Author Archive
Merhaba,
Uzun süredir Chess Moon adresi üzerinden hazırlık çalışmalarını yürüttüğümüz yeni Canlı Oyun çok yakında yayına girecek. Tasarım ve içerik yönünden, alıştığınız Canlı Oyun’dan çok daha farklı bir site sizleri bekliyor. Sizlerden gelecek olan geri bildirimler doğrultusunda sitemize son şeklini vermeyi planlıyoruz. Test kullanıcısı olarak kayıt olmak isteyenler, aktif bir e-posta adresinden ‘a katılmak istediklerine dair kısa bir mesaj yollayabilirler.
Yeni sitemiz yayına girdikten sonra da sizlerden gelen geri bildirimler doğrultusunda, bizler üzerinde çalışmaya devam edeceğiz. Eksikliklerimizi görebilmemiz için, test sürecinde karşılaştığınız aksaklık ve önerilerinizi bizlerle paylaşmaktan çekinmeyin.
İran tarihçilerinden Firdevsi’nin Şehnamesi‘nde anlattığına göre, İran şahi Hüsrev’in Hint yöneticileriyle birbirlerine gönderdikleri armağanlar arasında Satranç resimleri de bulunmaktadır.Satrancı bulan Brahman‘a “Ne isteğin varsa kabul edeceğim” demiştir.Brahman da, satrancın her karesine bir öncekinin 2 katı kadar buğday koymasını istemiştir.Bu istek İran Şahına çok kolay gelir.Yerleştirmeye başlarlar.Ancak gittikçe iş zorlaşır.Çünkü; satrancın karelerine yerleştirilecek buğday yetmemeye başlar.Sonunda İran Şahı, pes eder.Çünkü; tüm ülkesindeki buğdaylar bile bunu karşılayamaz.
Sonunda, bu satranca ne kadar buğday gerektiğinin hesabını yapmışlar.Sonuç inanılmaz: “18.446.744.073.709.551.615 buğdayın gerektiği anlaşılır.”(18 kentrilyon 446 katrilyon 744 trilyon 073 milyar 709 milyon 551 bin 615) Zaten bu sayıyı karşılamaya değil İran ülkesi, tüm dünyanın ülkeleri toplamında bu kadar buğday üretilememektedir.Bu buğdayı karşılamak için, tüm dünya tam 64 yıl boyunca buğday biriktirmelidir.Bu da tabii imkansızdır.
Mehmet Doğan’dan…
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
Programların hazırlanışında emeği geçen http://www.trchess.com adresine teşekkür ederiz. |
Turkbase programını Namık Tunur yapmıştır.
sp98 kullanım kılavuzunu sayın Tahsin Aktar hazırlamıştır.
Swiss Manager kullanım kılavuzunu Tahsin Aktar hazırlamıştır.
Swiss Manager takım döner turnuva kullanım kılavuzunu Abidin Ünal hazırlamıştır.
Swiss Manager isviçre sistemi takım turnuvası kullanım kılavuzunu Recep Karaç hazırlamıştır.
Bize bu bilgileri sağladığından ve programları toplu halde sitesinde yayınladığından dolayı Abidin Ünal’a teşekkür ederiz.
http://www.satranc07.com/dosyalar/programlar.htm
Satranç öyle gizemli bir oyundu ki; tüm dünya ahalisi gece – gündüz satranç oynasa, yine de satrancın tüm sırlarını keşfedemez. Başka bir örnekle; bir çölde ki her kum taneciği büyük bir sırdır ve bizim bunları öğrenebilmemiz için, hiç durmadan ve yakıcı güneşin altında bunları toplamamız gerekir. İşte bizler de böyle bir gizemin yolcularıyız. Bu siteye giren ve satranç oynayan herkes aynı çölde yaşayan ve tüm kum taneciklerini toplamak için can atan insanlardır. Bu insanlardan en çok kum taneciği toplayanların dahi hiç birşey bilemeyecek kadar bu çölden kum taneciği topladıklarını söyleyebilirim. Şu ana kadar kaç tane dünya şampiyonunun satrancın tüm sırlarını keşfettiğini duydunuz? Elbette hiç birisi… Eğer keşfeden olsadı hiç yenilmezdi. Lakabı da “yenilmez” olurdu.
İşte satranç böyle gizemli bir dünyadır. Herkes bu dünyada elinden geldiğince iyi bir oyuncu olmaya çaba gösterir. Kimsenin çabası boşuna çıkmaz, aksine herkes, her oyunda yeni birşeyler öğrenir. Bu öğrendiklerinden bir sürü şey çıkarır ve bilgisine bilgi katar. Her yeni bilgi öğrenişinde hemen onu sever uygulamaya başlar. Onun tehlikelerini de öğrenince hemen döner…
Satrancın tek bunlara değil de, hayatımıza yansıyan bir çok yönü vardır. Bazen vezirimizi feda ederiz. Niye?.. Rakibi mat etmek, onu yenmek için. Bunun hayatımıza yansıyan yönünü rahatlıkla görebiliriz. Sonunda bir milletin kuruluşu varsa en sevdiğimizi dahi feda etmeliyiz (onu bilerek öldürmeyi kast etmiyorum). Satrançta bir piyonun bile büyük bir önemi vardır, gerçek hayatımızda en küçük şeye bile önem vermeliyiz demektir bu. Unutmayalım; gözümüzle göremediğimiz, bizden kat kat küçük bir mikrop bizi yatağa düşürür. Yahutta öldürür. Satrancın bu gizemli yönlerini keşfettikten sonra, satrancın sadece bir oyun mu, yoksa hayatımızla eşdeğer anlam taşıdığını mı öğreniriz? Satrancın bu gizemli dünyasından birkaç şey bahsettik; ama halâ % 0,1’inden bahsettik. Kim bilir, çözümleyemediğimiz hangi yönleri var?
Vahdet KARAKUŞ
18:33:45
Sitemizde yazı yazmak artık çok kolay. Yapmanız gereken, üye girişinden sonra Yeni Makale Gönder linkini kullanarak dilediğiniz konuda makale, duyuru, haber, analiz, anı vs yazabilirsiniz. Yazınız editörler tarafından onaylandıktan sonra yayına geçirelecektir. Türk satrancına yapacağınız her türlü katkı için teşekkür ederiz.
RÖVANŞ
Rövanş maçının (Hollanda 5 ekim-7 Aralık 1937) başlamasına az bir süre kala ibreler Euwe’yi gösteriyordu.Zaten o da zaferinden Emindi… Alekhin sıkı bir çalışma temposuna girmişti.Maç için hazırlıklarını artırdı.
A-ALEKHİN-M.EUWE
Slav Savunması
Rövanş
1.d4 d5 2.c4 c6 3.Ac3
Alekhin bu hamleyi Af3 ‘e göre daha aktif bulmakta oyunlarının bu temada aktif görmektedir.
dxc4 4.e4! e5 5.Fxc4?
exd4 (5…Vxd4?kötüdür,6.Vb3 Vd7 7.Fg5 ve Kd1, maçı bitirecek bir saldırı var)
6.Af3!!! Herhalde euwe gözlerine inanamamıştır.İşte alekhine tam kendisi.Belkide maçı kazandıran hamle .Böylesi önemli bir maçta bile alekhine tarzından şaşmıyor. Alekhine bu hamle için yorumu şöyle:Bu siyahların karşısına çözümü zor olan bir problem çıkarıyor(ALEKHİN)
6..b5? olası yanıtlar arasında en kötüsüdür.(6..dxc3 Fxf7+ Şe7 8.Vb3 ve sonrasında 8..Af6?! 9.e5 Ae4 10.0-0 Vb6 (10…Aa6 11.Vc4 Ac5 12.Fg5+Axg5 13.Axg5 sonlandırıcı bir saldırı
Ama Euwe doğru hamleleri bulamadı böylesi bir atmosferde masa başında bu kombinezonu çözmek zordur.
7.Axb5 Euwe bu hamleyide gözden kaçırıyor.Herşeye rağmen Hollandalı şampiyon ve maçı bırakmak niyetinde değil
7..Fa6 8.Vb3! Beyazlar bir çırpıda hem fili savunuyor hem b4 karesinden gelecek şah tehditine engel oluyor hemde f7 karesine saldırıyorlar
…Ve7 ‘8..Fxb5 9.Fxf7+ Şd7 10.Axd4! (Fxg8? Kxg8!) ve kolay bir kazanç var(ALEKHİN)
9.0-0 Fxb5 10.Fxb5 Af6 11.Fc4 Abd7 12.Axd4 Kb8 13.Vc2 Vc5 14.Af5 Ae5 15.Ff4! ..Ah5 Euwe Küçük bir kombinezona izin veriyor.
20.b4! ‘Şimdi kale tehlikede siyahlar materyal kayıplarından kurtulamaz (ALEKHİN)
20…Kd8 21.Kad1 c5 22.bxc5 Fxc5 23.Kd5 En azından kaliteyi alarak Siyahlar terk eder.
Sarsılan Euwe sonrasında 7.ve 8 partileride kaybetti.9.Partide aldığı beraberlikten sonra ise 10.oyunuda kaybetti.Rövanş Maçının sonuncu artık belliydi. (+10-4=11) Etkileyici bir zafer.
Alekhin geri dönmüştü üstelik bütün yaratıcılığıyla.
Euwe Maç hakkında söyledikleri ise ; ‘ Mücadelenin gerilimi benim için dayanılmaz bir hal almıştı.Rövanş maçının sonuncu bize açık bir yanıt veriyor.Alekhin sadece güçlü bir satranççı degil dünyanın en güçlü satranççısı(EUWE)
SADECE SATRANÇ HOŞÇA KALIN
Efecan
GRÜNFELD SAVUNMASIŞAMPİYONLUK ÜNVAN MAÇIM.EUWE-A.ALEKHİN
Vezir piyonu açılışına karşı kullanılan çağdaş savunmalardan biri olan grünfeld savunması turnuvaların gözdesidir.Birçok oyuncu açılış repertuarında bu açılıştan vazgeçmemektedir.Hep birlikte bu savunmanın ana fikrini anlamaya çalışıcagız.
Grünfeld Savunmasını diğer çağdaş savunmalardan ayıran tipik özellik ,Siyahın hafif figürleriyle (Fil ve At)merkezi uzaktan kontrol eden;Beyazınsa daha çok merkezi işgal eden oyununu vurgulamasıdır.Açılış Hamleleri Şöyledir:
1.d4-Af6 2.c4-g6 3.Ac3
3….d5 Siyah Merkeze bir piyade yerleştirerek Grünfeld Savunmasını başlatan hamleyi yapıyor.Beyazın Grünfeld Savunmasına karşı 3 ana planı mevcut.
4.cxd5(Değişim Varyantı)4.Af3 (Üç At Varyantı)4.Ff4
Değişim Varyantı:Üzerinde en çok kuram üretilen varyant değişim varyantıdır.Beyazın planı Merkezi işgal etmek ve klasik bir piyon yapılanması oluşturmaktır.Siyahın Planı ise hafif figürleriyle merkez üzerindeki baskısını artırmaktır.Özellikle Fianchetto filiyle d4 piyona saldırırken c7-c5 ve Ab8-c6 oynamayı planlıyor.Beyaz Piyonu nasıl koruyacagına dair kritik bir karar vermek zorunda.At acaba e2demi durmalı f3 demi?Bu bize değişim ana devam yolunun ikiye bölündüğünü ve kuramın cağdaş olarak gördüğü Atf3 devam yolunun oluşumuna götürüyor.İlk önce Ana devamyolunu inceleyelim;
(1.d4 Af6 2.c4 g6 3.Ac3 d5 4.cxd5 Axd5 5.e4 Axc3 6.bxc3 Fg7 7.Fc4 c5)
8.Ae2; At e2 karesinde c8deki saldırgan file karşın artık savunmasız değil.
8….0-0 9.0-0 Ac6 10.Fe3
…Fg4 Beyaz Açmazı kolayca safdışı edebilir ama siyahın planı başkadır. 11.f3 Aa5 12.Fd3
12.hamledeki ayrılan devam yolu Karpov&Kasparov arasındaki FIDE Dünya şampiyonluğu maçları bu varyantla bir savaşa dönüşmüştü (12.Fxf7+ Kxf7 13.fxg4 Kxf1+ 14.Şxf1)
12..cxd4 13.cxd4 Fe6 f2-f3 hamlesini isteyen siyah amacına ulaşıyor.Beyazların filini zayıflatıyor.Aa5-c4 oynayarak saldırı planlıyor.
Bu renkli varyantlarda eklenecek bir degişim fedasıda var; Açılış tuzaklarına benziyorJ Etkileyici! (14.d5 Fxa1 15.Vxa1 f6 16.Fh6 Ke8) Bu şekilde yüzlerce oyun oynanmıştır siyahlar bu varyantları kaybetmemişler. Günümüzde Çağdaş Kuramın devam yolu şöyledir
14.Kc1 Fxa2 15.Va4 Fb3 16.Vb4 b6 Beyaz piyonu telafi etmektedir.Büyük ustalar posizyonu denk yorumlamaktadır.
DEĞİŞİM VARYANTI ÇAĞDAŞ DEVAM YOLU :
Büyük ustalar günümüzde Grünfeld’in değişim varyantına Şah atının daha saldırgan bir şekilde konumlanmasını içeren yeni bir yaklaşım geliştirdiler.
(1.d4 Af6 2.c4 g6 3.Ac3 d5 4.cxd5 Axd5 5.e4 Axc3 6.bxc3 Fg7 )
7.Af3 Daha önce bahsettiğimiz atın konum sıkıntısına karşı.Çağdaş oyuncular Fc8-g4 açmasına karşı yeni bir yöntem geliştirdiler.
…c5
8.Kb1 kuramın hamlesi! b7 piyonun savunması için fili oldugu yere sabitlemek.Siyahın karşı cevabı şu şekilde düşünülmüş(8..b6 9.Fb5+) ama d4 piyonuna saldırıyı geçiktirdiği için kullanılmamaktadır
…0-0 9.Fe2 cxd4 10.cxd4 Va5+ 11.Fd2 Birkez daha gambit olarak Beyaz a2 piyonunu öneriyor.Siyah planını Fc8b7 üzerine kurabilir.Posizyon her iki taraf içinde eşit kabul edilir.
(11.Vd2 Vxd2+ Fxd2 b6) oyunuda dikkate degerdir Siyahlar için Kayıpsız kabul edilmektedir.
1935 yılının sonunda Hollandada inanılmaz bir şey oldu Euwe,Alekhine karşı oynadığı maçtan zaferle ayrıldı (15,5:14,5 +9-8=13) ve dünya birinciliği ünvanını onun elinden aldı.Cuma günkü yazımızda hep birlikte alekhine grünfeld savunmasıyla neler yaptığına bakıcagız.
SADECE SATRANÇ ;HOŞÇA KALIN
Efecan
.
SATRANÇ VE RUH
Satrançta insan zekası şartlı refleks veya alışkanlıkla açıklanmayacak bir özellik gösterir: yaratıcılık. Büyük satranççıların, çok satranç oynamak sonucu, bir çeşit otomatizm kazandığı ileri sürülmüştür. Büyük satranççı değişik satranç pozisyonlarına şartlanmıştır ve fazla düşünmeden en uygun hamleyi bulur; bir diğer deyişle oynadığı yüzlerce oyunun izleri belleğinde kalmakla ve o bir kompüter gibi belleğine baş vurarak en uygun hamleyi bulmaktadır. Gerçi satrançta pratik yapman önemi yadsınamaz, ancak unutmamak gerekir ki, satrancı çok oynayan herkes büyük satranççı olamamaktadır; nitekim bir insan çok konuşmakla hatip, çok şiir okumakla şair, çok keman çalmakla besteci de olamaz. Büyük satranççı için satranç teorisi ve geçmiş oyunlarda kazanılmış deneyimler elbette gereklidir; fakat bunlar yetmez Bir mucide de çalıştığı alandaki teorik bilgiler gereklidir, bir bestecinin elbette teorik müzik bilgisi olmalıdır, ancak bu teorik bilgiler “yaratıcılık” yolunu açmaz. Büyük satranççının hamlelerinde icada, keşfe, resim, heykel, ve beste yapışa, şiir, roman vb. yazışa benzeyen bir yaratıcılık vardır. Bütün yaratıcılarda ortak olan yön, geniş bir hayal gücü sayesinde gizli kalmış olanakları bulup çıkartmak ve bu yolla dünyayı değiştirmektir. Bir bilim adamının bir laboratuarı ve yeteneği bulunur, yapacağı keşif büyük ölçüde bu iki öğeye bağlıdır. Benzer olarak satranççının önünde pozisyon ve ruhunda yetenek vardır; en iyi hamleyi (veya satrancın şiiri denilen hamleyi) başlıca bu iki faktör belirleyecektir. Diğer faktörler, örneğin katılımla kazanılmış kişilik, duygular, tecrübe ve çevre de tabii rol oynar. Fakat bilim ve sanat alanında da görüldüğü gibi, büyük satranççılar diğer faktörler kendilerine karşı olduğu zaman bile, özel yetenekleri sayesinde turnuvaları kazanabilir.
Curielerin kötü laboratuarlarla, Bethooven’in kulakları ile savaştığı gibi, gerçek satranççılar da bir kere oyuna başladılar mı hiçbir şeyden etkilenmezler. Tabii gürültü hariç. Tüm dünyada satranç turnuvaları büyük bir sessizlik içinde yapılır. Seyirci turnuva salonuna alınmaz ve oyunları, binanın dışına asılmış büyük manyetik panolardan izler. Satrançta yenilginin tek sorumlusu oyuncunun kendisidir; kazandığında tek kahraman kendisi olduğu gibi. Satranç tek kişilerin yönettiği ordular arasında bir savaştır. Oyunun başında her iki tarafta eşit şansa sahiptir ve elinin altındaki kuvvetin başkomutanı durumundadır. Karşı tarafın yapması olası pek çok hamle vardır, fakat gerçek savaşta olduğu gibi her olasılığı değil, en olası olasılığı düşünerek hareket etmek gerekir. Çünkü zaten bütün olasılıkların sayısı düşünemeyeceğiniz kadar büyüktür.
SATRANÇTA VİZYON
Satrançta en önemli beyin aktivitesi “vizyon denen şeydir. Vizyon’un kelime anlamı “görme” demekse de, burada anlatılmak istenilen yalnız göz ile değil, hem göz hem de beyin ile görebilmektir. Vizyonu şöyle tanımlayabiliriz: Vizyon bir satranççının kendini zorlamadan, tahta üzerinde mevcut gizli olanakları sezebilme gücüdür. Satranççı dışardan pasif ve sakin görülür. Fakat o karanlıkta ışık yaratmaya çalışmaktadır; onun sakinliği girdapların ortasındak sakinlik gibidir. Vizyon, satranç tahtasının dilini “anlamak” yeteneğidir. Satranç tahtası ve üzerindeki taşlar bir kitap gibidir; her hamle ile bir sayfa çevrilmiş gibi olur. Türkçe bilmeyen nasıl bir Türkçe kitabı okuyamazsa, vizyonu olmayan da satranç tahtasını okuyup anlayamaz. Satranca yeni başlayanlar, ilkokul çocuğunun kitap okuması gibi oynarlar. İlkokul öğrencisi kolay sözcükleri okur ve anlar, güç sözcükleri ise ne kullanır, ne de anlar; hele soyut ve karmaşık sözcükleri hiç anlamaz. Benzer olarak satranca yeni başlayanlar, ancak basit hamleleri anlar; açmaz, çatal, kolay, matlar gibi. Taş aldırtmayan veya şah dedirtmeyen sessiz bir hamlenin ne kadar önemli olabileceğini kavrayamaz.Ancak bir iki hamle ötede olanı görebilir, karmaşık ve uzak olanı anlayamazlar. Bir diğer deyişle, satranca yeni başlayanlar, zaman içinde miyop gibidirler; uzak zamanları görmeler. Ancak yakın geleceğin farkındadırlar, açık bir tehdidi anlar, fakat gizli tehditleri göremezler. Nasıl ki, yıllar geçtikçe ilkokul öğrencisi daha karmaşık kitapları anlar hale geliyorsa, satranççı da zamanla karşısındakinin stratejisini, taktiğini, masum görünen hamlelerin gerisindeki tehditleri anlamaya başlar.
İyi eğitim görmüş bir insan, örneğin bilim felsefesi üzerindeki bir kitabı kolayca okuyup anlatabilir, hatta bununlada kalmaz, okuduğunu eleştirir, hayalini çalıştırarak okuduklarından yeni düşünceler geliştirir. Yaratıcı okuyuşun pasif okuyuştan farkı budur. Yaratıcı okuyuşta yalnız yazarın söylemek istediklerni anlamakla kalmaz, kendiniz de o kitaba dayanarak yeni düşünceler ve kavramlar geliştirirsiniz. Satrançtaki yaratıcılıkta buna benzer; usta satrançcı tahtayı okur, pozisyonu bir bütün olarak değerlendirir ve sonra sıradan bir oyuncunun asla düşünemeyeceği bir hamle yapar.Usta satrançcı satranç tahtasında başkalarının görmediğini görür, yani “vizyon” u kuvvetlidir.
Vizyon doğuştan kazanılmış bir yetenektir. Hiç kimseye vizyon öğretilmez; bir insana icat yapmak, şiir yazmak, beste yapmak öğretilemeyeceği gibi. O halde satrançta öğretimin rolü nedir? Bunu bir örnekle belirtelim: Bir satranç okulunda devam eden N sayıda kişi olsun. Bunlardan ancak birkaçı büyük satranç ustası olabilecektir; oysa hepsi aynı dersleri görmüştür. O halde diyebiliriz ki, satranç eğitimi ancak doğuştan vizyon yeteneği olanlarda iyi sonuç verir. Vizyon, eğitim ve teori sayesinde ustalığa dönüşür. Vizyonu olmayanlar satranç eğitimi ile vizyon kazanamazlar,ancak satrancı daha iyi anlar hale gelirler; nasıl ki müzik eğitimi ile besteci yaratılmaz ise de müziği daha iyi anlayan kişiler yetiştirilebilir. Satranç eğitim bir insana vizyon veremezse de, vizyonun ortaya çıkmasını sağlar. Satranç kurallarını öğrenmek ve teoriyi geliştirmek elbet gereklidir; fakat kurallar vizyon yaratmaz. Nitekim bir insana yağlı boyalar ve tuval vermek, o insan iyi resim yapabilmesini sağlayamaz; ancak resim yeteneği olanlar bu tuval ve boyalardan ünlü tablolar yaratmıştır. Satranç kurallarını öğrenenler arasında da ancak vizyon yeteneği bulunanlar, usta satrançcı olacaktır. Satranç tahtası, satranç taşları ve kurallar vizyonun hangi sınırları içinde kullanılacağını belirler, bu sınırlar içinde vizyon özgürdür. Vizyonun esası şu cümlede gizlidir: SATRANÇ TAHTASINI BAZILARI DİĞERLERİNDEN DAHA FARKLI GÖRÜRLER. Usta olmayan satrançcı, sırları dökülmüş bir aynaya bakar gibidir: Oyunun bütününü değil kırık parçaları görür; zihnini zorlayarak bu parçaları bütünleştirmeye çalışır ve bu sırada çok yorulur. Vizyonu olan bir usta ise, bir bakışta bir seri hamle veya manevrayı bir anda bir bütün olarak görür; mükemmel bir aynada oyunun tümünü görür gibidir. Vizyon, fotografik bellekle yakından ilgilidir; bütün büyük satranç ustaları, gözlerini kapadıkları zaman bile satranç tahtası ve taşlarını gözlerinin önünde görmeye devam ederler. Bu sayede gözleri bağlı satranç oynayabilirler. Bu durum, insana şair Schiller’i hatırlatmaktadır: Bir çoban, Schiller’e aralarında fark olmadığını söyler. Schiller, ay ışıklı bir gecede gözlerini kapamasını söyler ve sonra Ay’ı görüp görmediğini sorar. Çoban “tabii ki hayır” der ve o zaman Schiller şu yanıtı verir: “Bak, ben de gözlerimi kapadım. Ama ben şimdi Ay’ı eskisinden daha iyi görüyorum. İşte aramızdaki fark…” Bütün büyük satrançcılar, oynadıkları bu oyunu aylar sonra bile baştan sona ezbere tekrar edebilirler.
SATRANÇTA ASIL RAKİP
Fakat en usta satranç oyuncuları bile oyuna konsantre olmak için devamlı bir çaba harcarlar, bu çaba çoğu kez bilinçaltıdır. Satrançta vizyon bir amaç değil, araçtır. Oyunun amacı belli bir süre içinde bir savaş vererek hasmını yenmektir; yani vizyonlar elde edilen bilgiler yengiye dönüştürülmelidir. Acaba satrançcının savaşı yalnız hasmına mı karşıdır? Hayır, satrançta her beyin kendi olanaklarının sınırlı oluşuna karşı da bir savaş vermektedir; kendi olanaklarının sınırını aşmak istemektedir. Satrançcı gerçekte daima kendisine karşı oynamaktadır. Gerçek bir bilim adamı da en başka kendisi ile savaşır. Pasteur “Gerçekten birşey keşfetmek istiyorsanız, kendi kendinizin acımasız bir eleştiricisi olunuz” derken bunu kastediyordu. Satranç tahtasında olasılıkların sayısı çok fazladır; satrançcı bu olasılıkların tümünü kavrayamadığı zaman hata söz konusudur. Olasılıkların tümünü en büyük ustalar bile zaman zaman kavrayamaz ve hata yapar. Ancak bir büyük ustanın hatalı bulduğu bir hamlenin neden hatalı olduğunu usta olmayan anlayamaz; yani büyük ustaların hataları pratik olmaktan çok teorik açıdan hatadır. Büyük ustalar, teorik açıdan bazı ihmaller yapabilirler, bunları aslında hata saymamak gerekir. Fakat ne kadar usta olursa olsun, her satrançcı zaman zaman yanıldığının bilincindedir ve bu bakımdan daha çok görmeye, vizyonunu geliştirmeye uğraşır. En büyük satrançcılar bile bazen inanılmaz hatalar yaparlar; buna “satrançcı körlüğü” denmektedir.
Demek ki, oyunun başından itibaren satrançcı daima bir şeye bakar, birşey arar ve birşey görür. Hamlelerle eşzaman olarak hatırlar, mantığını çalıştırır ve nadiren hesaplar. Bu sırada dağima ileri derecede konsantrasyon halindedir ve sezişlere (inüisyon) açıktır. Satrançcı sürekli olarak olanakları ve bunların sonuçlarını analiz eder, olayları ve karşı olayları yargılar. Satrançta esrarengiz hiçbir şey yoktur. Normal bir insan aklı satrancın bütün hamlelerini anlayabilir, ancak her insan o hamleleri bulamaz, tıpkı şiiri anlayıp da yazamamak gibi. Satranç ustaları daha güçlü konsantrasyon yaparlar, beyinleri daha yoğun ve daha berrak çalışır.
SATRANÇ VE MATEMATİK
Satranç ve matematik farklı metotlar kullanır. Satrançta hesaplamanın yeri varsa da azdır, bazı oyun sonlarında basit hesaplamalar gerekebilir. Matematik, damada daha çok kullanılır. Matematik, genellikle belli formüllerin mekanik kullanılmasıdır. Elde ana bir formül vardır; tümdengelim (dedüksiyon) metodu kullanarak problemler bu formüle göre çözülür. Rölativite teorisi gibi hayale yer veren matematik dalları istisnadır. Satranç ise geniş ölçüde hayal gücüne dayanır; hayal ise kendi yolunu kendi çizer. Matematik mantığını raylar üstünde giden bir trene benzetirsek, satranç hayal kanatlarını çırpan bir kartaldır ve işte vizyon, herkesin göremediğini gören bir kartal gözüdür. Hayal gücü genişletilebilir; başka oyuncuların usta manevralarını analiz eden satrançcıda vizyon genişler, analog fikirler belirir, olanakları sezme hızı atar. Matematikteki teoremler, formüller vb. trafik işaretleri gibidir. Satrancın sonsuz göklerinde uçan kartal içinse hiçbir yol işareti yoktur; çünkü hayal göklerinde bir yol çizmek olanaksızdır. Satranç kurallarını ve oyunlarını beyne “depolamak”, insanı büyük satrançcı yapmaz, dünyanın bütün şiirlerini ezberleyen birinin şair olamayışı gibi. Satrançcının diğer oyuncuların oyunlarını analiz edişinin nedeni, onlardan “etkilenmek”tir; o oyunların aynen uygulanmasına zaten olanak yoktur. İnsan şiir okumakla şair, müzik dinlemekle besteci olamaz; ama bir şair diğer şairleri de okumalı, bir besteci diğer bestecileri de dinlemelidir. Başka “yaratış” olaylarını inceleyen insanın yaratış gücü artar.
Eski bir Yunan filozofu “bilgi insanı akıllı kılmaz” demişti. Burada anlatılmak istenen şuydu: Bilgi bellekte pasif olarak depolanır; bellek akıl demek değildir; o halde bilgi aklı geliştirmez. Böyle pasif depo edilmiş bilgi bir işe yaramaz; çünkü depolanmış bilgiyi hayata geçirecek olan şey akıldır. Örneğin bütün tıp kitaplarını ezberlemiş bir doktor, aklı çalışmıyorsa doğru teşhis yapamaz. Benzer olarak satranç kurallarını ve oyunlarını ezberlemek insanı mutlaka iyi satrançcı yapmaz; buna vizyon yeteneği de eklenirse usta satrançcı doğar. Bilimde,sanatta ve satrançta eğitim ve öğretim, ancak yetenekli olanların yeterliliğini ortaya koymaya ve geliştirmeye yarar; bilgi yeteneğin, sezişin ve ilhamın yerini alamaz ve onları yaratamaz.
Satrançta yeteneği benin herhangi bir melekesine bağlanamamaktadır. Örneğin hayalin satrançta yeri varsa da satranç yeteneği yalnız hayal gücüne bağlanamaz; büyük yazarlarda veya büyük mucitlerde de hayal gücü geniştirir; fakat, bunlar her zaman en iyi satrançcılar olamamıştır. Tabiî bunda satranca yeterince zaman ayıramayışları da rol oynar. Mantığın satrançta yeri varsa da satranç yalnız mantık da değildir; çünkü yöntemleri yalnız mantığın geçerli olduğu matematikten farklıdır Satranç tahtasında başkalarının göremediğini görmek yeteneğinin, yani vizyonun, beynin hangi melekelerine bağlı olduğu kesin değildir. Belki de bunda mantık (yargı), hayalgücü ve fotoğrafa benzeyen bir bellek (ki satranç tahtası ve figürlerinin birçok hamle sonra bile göz önünde canlandırılabilmesini sağlamaktadır) ve diğer bilinmeyen melekeler birlikte ol oynamaktadır. Portiş ve Koltanowski gibi 30-40 kişi ile gözü bağlı simültane (eşzaman) maç yapanların varlığı, fotoğrafik belleğin önemini göstermektedir. Bir satranç ustası oynadığı bir oyunu hiçbir yere yazmadan aynen oynayabilir; herhangi bir hamledeki pozisyonu hemen aklından dizebilir.
SATRANÇ YETENEĞİ
Satranç yeteneğinin kalıtsal olduğuna dair hiçbir bulgu yoktur. Satranç yeteneği diğer yetenekleri engellemez. Büyük satrançcılar çeşitli diğer alanlarda da yetenek göstermişlerdir: Philidor müzisyendi; Staunton Şekspir araştırmaları yapmıştır. Tarrasch iyi bir doktor, Vidmar ve Botvinnik başarılı mühendislerdi. Lasker ve Euewe matematikçi, Karpov ekonomistti. Fakat her büyük satrançcının önde gelen uğraşı satranç olmuştur.
Satranca erken yaşta başlamak tavsiye edilmektedir; çünkü böylece o insan oyununu ilerletmek için daha uzun bir süreden yararlanacaktır. Kübalı şampiyon Capablanca ve satranç büyük ustalarından Rechevski, 5 yaşındayken büyük usta düzeyine erişmişlerdi. Ancak büyük satrançcıların bir bölümü, İngiliz Burn ve Yates gibi, satranca ileri yaşlarda başlamıştır . Bugün için neden bazı insanların daha iyi satranç oynadıkları bir sırdır. Bir tıp adamı hastadan elde ettiği bulguları teorik ve pratik bilgilerin ışığında analiz eder; “ayırıcı teşhis” adı altında çeşitli olasılıkları düşünür ve bunlardan birini en olası görerek seçer; buna teşhis denir. Satranç adamı ise benzer olarak satranç tahtasından elde ettiği bulguları, teorik ve pratik bilgilerinin ışığında analiz eder, çeşitli olasılıkları kıyaslar ve kendi için en iyi olasılığı seçer; bunun adı hamledir. Tıpta “hastalık yok, hastalık var” belgesi, bir hastalığın her hastada kendine özgü olduğunu vurgular. İyi bir doktor hastalığın esaslarını bilmekle birlikte, daima istisnaî (tıp dilinde atipik) olgulara rastlayabileceğini bilendir, örneğin hepatit hastalığı karaciğerin viral iltihabı olup genellikle sarılık yapar; fakat bazı hastalarda bilgi ve kuralları gözden geçirirken istisnalara açıktır. Satranç ustası da satrancın genel kurallarını iyi bilir; fakat bunları körü körüne uygulamaz, hamleyi satranç tahtası belirler, kurallar değil; pozisyon öyle gerektiriyorsa önemli bir satranç kuralı çiğnenebilir. Örneğin vezir oyun başında hemen ortaya çıkmamalıdır; fakat hasmın bir hatasından yararlanmak için bu kural çiğnenebilir. Bu bakımdan da satranç matematikten çok farklıdır; matematik kuralları istisnasız geçerlidir. Matematikle satrancın farklı olduğunun en iyi kanıtı da şudur: Bilgisayarlar, gerekli programlamadan sonra satranç oynayabilir; her pozisyonu analiz ederek o pozisyona en uygun hamleyi yapar. Fakat bilgisayar “plan” yapamaz; yeni strateji ve taktikten yoksundur; oysa satranç ustası bir plana göre oynar. Bilgisayar, tek tek en iyi hamleleri yapar; o hamleleri bir plan dahilinde birbirine bağlayamaz. Bir diğer deyişle bilgisayar, “kombinezon” yapamaz (satranç dilinde kombinezon birbirini izleyen seri dahiyane hamledir).
Satrançta bu kadar önemli olan konsantrasyon yeteneği, irade gücünü kullanarak, dimağı veriler üzerinde yoğunlaştırmak demektir. Usta satrançcı bütün olasılıkları inceleyen adam değildir; uzak olasılıkları derhal ekarte ederek yakın olasılıkları üzerinde durandır. Satrançcının dimağ projektörü, tahta üzerinde yalnız önemli figür ve olasılıkları aydınlatır; “önemsiz” olan her şey karanlıkta kalır.
Satranç maçlarının hepsinde kombinezonların yer aldığı sanılmamalıdır; aksine maçların çoğu “sessiz” dir. Bu gibi maçlarda “mantıksal” veya “sağduyu” hamleleri yer alır: Bir taşa hücum var mı ve öyleyse taş nasıl korunur, gerideki taşları ileri almak (developmant), belli yönlere kuvvet yığmak, zayıf noktaları kuvvetlendirmek, piyon durumunu düzeltmek, karşı tarafın piyon ilerleyişini durdurmak veya kuvvetli bir taşı yandan korumak. Kombinezonlar satranca serüven ve heyecan geitirir; fakat tabiî ki herkes kombinezon yapamaz. Lasker, Nimzoviç ve hatta Capablanca, “mantıksal” oyundan yana idiler; vizyondan çok sağduyu ve tekniğin üstünlüğü üstünde duruyorlardı. Ne var ki, satranç ustalarının sağduyu, mantık, teknik dedikleri şeylerin hepsi kendi vizyonlarından kaynaklanmaktadır ve sağduyuyu savunan satrançcılar da birçok kere kombinezon serüvenine atılmışlardır. Satrançta hesaplı bir “risk” çoğu kez göze alınır. Ancak oyun sonlarında kombinezona ve riske yer yoktur;oyun onları kesin ve hesaplı hamleler gerektirir.
STRATEJİ VE TAKTİK
Satrançta yıldırımlar, çok nadiren berrak bir gökten düşer. Yıldırımdan önce kocaman fırtına bulutları hissedilir. Daha açık söylersek, bir oyuncu satrançta felakete uğramadan önce zorlanmaya başladığını hisseder (Aslında hayatta da böyledir). Strateji, bir oyuncunun savaş alanını kendi seçmesi ve hazırlaması çabalarıdır. Savaşın hamleleri ise taktiği oluşturur. Gerek teori, gerekse pratikte strateji, taktik analizden ayırt edilemez. Taktik geçici pozisyonları, strateji nispeten kalıcı pozisyonları temsil eder. Taktik kısa, strateji uzun vadeli planlara bağlıdır. Taktik, yapılması zorunlu hamlelere karşılıktır; hiçbir zorunlu hamle yokken yapılan ise strateji ile ilgilidir. Piyon yapısı kalıcı olduğundan stratejinin bir parçasını oluşturur. Örneğin taktik nedenlerle (tehlikedeki bir taşı korumak gibi) bir piyon ileri sürebilir; fakat bu hamle bir geri piyon bırakıyorsa, bu stratejik bir zayıflık yaratacaktır; o zaman taktik yararla stratejik zarar tartılmalı ve ikisi arasında bir tercih yapılmalıdır.
Genellikle pozisyonu kuvvetlendirmek için yapılan hamleler stratejiktir: Önemli karelerin (örneğin merkezdekii 4 karenin) işgali veya uzaktan kontrolü, piyon yapısının kontrolü (geri piyon, izole piyon ve duble piyondan kaçınmak ve vezir kanadına piyon azınlığına düşmemek), küçük rok yapmış şahın önündeki 3 piyonun aynı sırada tutulması, fillerin uzun diagonalleri, kalelerin açık (piyonsuz) vertikalleri (sütunları) tutuşu, atın veya diğer bir figürün saldırıdan uzak bir kareye yerleştirilmesi, temponun ele geçirilmesi gibi kararlar stratejiktir. Savunan taraf hatları kapayacak, saldıran taraf ise hatları açacak bir strateji izler. Savaşta olduğu gibi, hareket(manevra) olanakları daha fazla olan taraf üstündür.
HATA ÇEŞİTLERİ: Alekhin’in şöyle bir sözü vardır: “Hiçbir satrançcı, hasmı ona fırsat vermedikçe oyunu kazanamaz.” Hatalar çeşitlidir: Bazı şeyler gözden kaçar,örneğin bir saldırı görülmeyebilir. Tutkulu oyuncular kendi kendilerini mağlup ettirebilir: Çok fazla şey yapmak isterken açık verebilir. Normal olarak satranç ustaları oyun sırasında yaptıkları bir veya iki taktik hata sonucu oyunu kaybederler; hasımları daha az hata yapmıştır. Oyunda ergeç kritik bir an gelip çatar. İyi oyuncular kritik anın yaklaştığını sezebilir. Kritik anda olasılıklar artar, bunlara opak (saydam olmayan) pozisyon da denir; çünkü görmek zorlaşmıştır. Kritik anda durumu tehlikede olan oyuncu, üç çeşit hata yapabilir: Hayal gücü zayıflığı, mental pasifik ve durumu açıkca analiz edemeyiş (aklın karışması veya konfüzyon). Zayıf oyuncularda daha çok konfüzyon görülür. Oyun sırasındaki yorgunluk ve endüşeler de oyunculara hata yaptırır.
SATRANCIN TARİHÇESİ
Satranç, 1400 yıl kadar önce Hindistan’da başladı. Sanskritçe’de bu oyun Şaturanga diye geçiyordu; bu sözcük “dört silah” anlamına geliyordu. O zamanki Hint ordusu dört bölümden oluşuyordu: Filler, savaş arabaları, suvari ve piyade (bugün fil, kale, at ve piyon diyoruz). İlginç olarak başlangıçta , şah ve vezir savaş güçlerinden sayılmıyordu. Şaturanga, Hindistan’dan İran’a geçti ve Arap orduları 1000 yıl kadar önce onu Avrupa’ya getirdi. Şaturanga önce şaturang ve sonra şah (Farsça kral) adını aldı. Araplar ise Şatranj ve al-şah-mat dediler. Türkçe satranç sözcüğü Arapça Şatranj’dan alındı. Mat, Farsça “ölü” anlamına gelmektedir.
Bu gün oynanan satranç, 16.yüzyılda başladı. Orta çağ sırasında Avrupalılar, İranlıların vezir dedikleri taşa kraliçe adını verdiler; bu taş hem cinsiyet değiştirmiş oldu, hem de oyundaki gücü çok artırıldı, belki de yüzyıllardır kadınlara verilmeyen medenî hakları böylece telafi etmek istemişlerdir. Al-şah-mat (şah’ın ölümü) sözcüğü garip bir paradokstur; çünkü şah asla ölmez, yani bir taş olarak alınıp oyun tahtası dışına çıkarılamaz. Şah oyun sırasında başı dimdik şöyle der: “Tamam, oyunu kazandın; fakat beni esir alamazsın, anlaşıldı mı?” Şah, ülkesi olan satranç tahtasını terketmeden, vatanı olan karelerde kıpırdayamaz hale gelince mat olmuş sayılır. Şah ölmemiş, esir düşmüştür. Ancak esaretin ölümden beter olduğu düşünülürse Mat(ölüm) terimi yerindedir.
SATRANÇ VE İHTİMALLER
Biriçte 4 oyuncunun her birine 13’er kupa, maça, sinek ve karo gelmesi olasılığı 9 x 1027 ‘ de 1’dir; fakat satrançtaki olasılıklar yanında bu sayı hiç kalır. Maurice Kraltchik, Matematik Eğlenceleri adlı kitabında bunu hesapladı. İlk 5 hamlede her iki tarafın 20 değişik hamle ve 6.-40. hamle arası 30 değişik hamle yapılabileceği kabul edilirse, 40 hamlelik bir satranç oyununun 25 x 10115 farklı biçimde oynanabileceği hesaplanmıştır. 27 hamlelik bir oyun ise 115 x 1075 farklı şekilde oynanabilir. Tabiî bu sayının içerisine bütün olası hamleler girer; yani iyi oyuncuların asla yapamayacağı akılsızca hamlelerde sayılmıştır; ancak unutulmamalıdır ki satrançta kötü oyuncuların sayısı iyi oyunculardan çok fazladır. Satrancın ilk 4 hamlesi (2 beyaz ve 2 siyah hamle) 197229 farklı şekilde oynanabilir; bu 72.000 farklı pozisyon demektir; bunların 16.556’sı piyon hamlelerinden doğar. İlk 4 hamlede siyah ve beyaz için toplam 228 milyar olanak vardır. Bir siyah şaha karşı maksimum 3 beyaz taşın satranç kurallarına uygun diziliş sayılarını görelim
e1’de duran bir şah e8’e 7 hamlede ulaşmak isterse 393, 8 hamlede ulaşmak isterse 5704 olasılık vardır.
SATRANÇTA ZAMAN SINIRLAMASI
Satranç oyununun belli bir sürede bitirilmesi zorunluluğu 100 yıl kadar önce başlatıldı; bundan önce yapılan turnuvalarda oyuncu istediği kadar düşünebilirdi. Bugün böyle bir kısıtlama getirilmese idi, satranç oyunları kaplumbağa hızı ile yürürdü; çünkü her hamleden önce usta oyuncular uzun uzun analizler yapmak isteyecek, o zaman ajurne (yarıda kalmış) maçlar ancak yıllar sonra bitebilecekti. Zaman, önce kum saati, daha sonra kronometre ve en son satranç saati ile ölçülmeye başlandı. Genellikle 2,5 saatte 40 hamle yapmayan oyuncu, oyunu kaybetmiş sayılır. Hızlı turnuvalarda hakem her 10 saniyede bir gonga vurur, gong çalınca sıra kimde ise o oynamak zorundadır. Blitz (yıldırım) debeb oyun şeklinde ise oyunculara düşünmek için hiç zaman bırakılmaz, oyun en geç 1 dakikada biter; bu tip oyunu en usta satrançcılar oynamaktadır.
Selçuk Alsan
Bilim ve Teknik 1992
SATRANÇ:
Satranç, 5. Yüzyılda Hindistan’da ortaya çıkmış, bugünkü İran ve Arap yarımadası istikametinden dünyaya yayılmıştır. İran’dan kuzeye doğru yol alırken, Araplar ise Cebelitarık üzerinden İspanya’ya taşımışlar, İspanya’dan da Avrupa’ya yayılmıştır.
Satranca esin kaynağı olan Hint ordusu “dört kısımdan” oluşmaktaydı. Bunlar atlı kuvvetler, filli kuvvetler, savaş arabaları ve erler. Erler erliğini koruyarak hala er olarak kalmasına rağmen, diğer taşlar oyunun yayıldığı bölgelere göre zamanla değişimlere uğramıştır. Bu değişim durmayıp sürmekle birlikte, bu gün için erler Fransızca “piyon”, İtalyanca “piyade” Türkçe “er” olarak adlandırılmaktadır. Avrupalılar Fil için “rahip”, Şah için “kral”, vezir içinse “kraliçe” anlamına gelen adlar kullanmaktadırlar. Başlangıçta savaş arabası olan kaleler, sonrasında “top” olarak adlandırılmış ve günümüzde de Kafkas bölgelerinde ve Türki cumhuriyetlerde kaleye hala “top” denmektedir.
Hint dilinde “dört” anlamına gelen “çatur” sözcüğü ile “kısım”, “kol” anlamına gelen “anga” sözcüğü birleşerek, oyuna “çaturanga” adı verilmiştir.
Çaturanga İran’a geldiğinde “Çatrang” Anadolu’ya geçtiğinde “satranç” şeklini almıştır.
Satrancın ne olup ne olmadığı konusunda çok şey söylenebilir. Sportif, sanatsal, bilimsel ögeleri içinde barındıran bu güzel oyun, en kolay tanımıyla; iki kişi arasında oynanan bir oyundur. İçinde barındırdığı ögeler ve yararları bir çok tartışmayı içerse de, oyun olduğu üzerinde herkes hemfikirdir. Tüm oyunlar gibi satranç da diğer oyunların insan gelişimindeki önemine fazlasıyla sahiptir. Bu oyunu öğrenmeye, oyunun oynandığı alanı tanımakla başlayacağız.
TAHTA:
Satrancın oynandığı alana “satranç tahtası” diyoruz. Oyun alanımız bahçede beton bloklardan da olsa, masamızda plastik bir zemin de olsa, içeriği ve yapısı ne denli değişik olursa olsun, satranç oyun alanı bizler için “tahta” olarak adlandırılır.
Şairin, “bastığın yerleri toprak deyip geçme tanı” dizesinden başlayarak, zaman zaman çevremizde duyduğumuz, “ayakların yere bassın” uyarılarını düşündüğümüzde, insanların yaşadığı dünyayı tanıma, üzerinde bulundukları zemini bilme gereksinimi vardır ki, kişi doğru davranış denklemleri kurabilsin… Tıpkı evden okula, işe ve her türlü gidişe gelişe ait olan yolları bilmek gerektiği gibi. Yaşadığımız kentte kaybolmak istemiyorsak kentin cadde ve sokaklarını tanımak zorundayız…
Eğer satranç tahtasında kaybolmak istemiyorsak, öncelikle tahtayı tanımak zorundayız ki, bu tahta üstünde oynama olanağına sahip olalım. Kendisi bir kare olan satranç tahtasında, oyunumuz açısından toplam 64 kare vardır. (Bir başka bakışla 204 kare de bulabilirsiniz!…)
64 Karenin 32’si siyah, 32’si beyazdır. Tahtada tam siyah olmasalar da koyu renkli kareler siyah, tam beyaz olmasalar da açık renkli karelere beyaz kare diyoruz. Siyah karelerin tam siyah olmaması siyah taşların / beyaz karelerin tam beyaz olmaması ise beyaz taşların algılanmasında hafif de olsa bir fark yaratabilme çabasıdır. Özellikle piyonların kendi renklerindeki karelerde “kaybolması” gündeme gelebilmektedir.
Tahtanın bir kenarında 8 sıra kare vardır. Sağdan sola yan yana karelerin oluşturduğu kare kümelerine “yatay” diyoruz.
Bir oyuncudan diğerine doğru olan kare kümelerine de “dikey” diyoruz
Yataylar ve dikeyler ardışık olarak bir siyah bir beyaz kareden oluşurlar. Ancak bir de aynı renk karelerin oluşturduğu kümeler vardır tahtada. Aynı renk karelerin birbiriyle olan ilişkisine “çapraz” diyoruz.
Yatayların işareti “rakamlar” iken, dikeylerin işareti “harfler” olmaktadır. “1’inci yatay, 2’inci yatay” / “a dikeyi”, “b dikeyi” gibi… Burada görülmesi gereken, ileride notasyon dersinde göreceğimiz gibi, dikey adlarının herzaman küçük harflerle yazılmasıdır.Çaprazlar ise yataylardan ve dikeylerden yararlanılarak, koordinat sistemi ile adlandırılan kareler yardımıyla tanımlanırlar. Kareler, bulunduğu dikeyin adı ve bulunduğu yatayın rakamıyla adlandırılır. Örneğin “e4 karesi” dediğimizde, e dikeyi üzerinde, 4’üncü yatayın kestiği kareyi anlamış olacağız… İşte bir çaprazı tanımlarken de, çaprazın her iki ucunda bulunan kareler söylenerek çapraz tanımlanmış olur. Örneğin; “a1-h8 çaprazı” dediğimizde, beyaz oyuncunun (Beyaz taşlarla oynayan oyuncu) sol köşesindeki kareden, siyah oyuncunun sol köşesine uzanan ve siyah karelerden oluşan hattı anlayacağız. Yataylar ve dikeyler mutlak olarak 8’er kareden oluşurken, çaprazlar en fazla 8, en az 2 kareden oluşur. Bu nedenle satranç tahtasında 26 çapraz bulunur.İşte şimdi, karelerden başlayarak, yatay, dikey ve çaprazları keşfe çıkabilirsiniz. Göreceksiniz ki, başlangıçta hiç bir şey görmediğiniz tahtada ne çok şey varmış… Bu şeyler sizlerin oyunlardaki başarınıza açılan kapıları açacak ilk anahtarlarmış…
Dünya Satranç Federsayonu FİDE ölçülerine göre, turnuva tipi bir satranç tahtasının en az 45×45 cm. olması gerekmektedir. Yeni başlayan ve yarışmacı olmayı düşünen öğrencilerin, çalışmalarını bu ölçülere uygun tahtalarda yapmaları, turnuva koşullarına uyum sağlamanın da ilk adımı sayılabilir.Taşların dizilişi aşağıdaki gibidir.
Eğer tahtada notasyon işaretleri varsa, 1. ve 2. yataylara beyaz taşlar, 7. ve 8. yataylara da siyah taşlar dizilir. Notasyon işaretlerinin olmadığı bir tahtada oyun oynayacaksak, her iki oyuncunun kendi sağındaki köşede bulunan kare beyaz olmalıdır. Burada aklımızda tutmamız gereken önemli bir konu, şah ve vezirin tahtanın kenar ortasında bulundukları, vezirlerin kendi renklerindeki karelerde, şahların ise rakiplerinin rengindeki karelere yerleştiği konusudur. Yani beyaz şah siyah kareye, siyah şah ise beyaz kareye oturacaktır. Böyle olduğu takdirde tahtada tam bir simetri de sağlanmış olur. Notasyon işaretlerinin olduğu tahtalarda (ki eğitim amaçlı her tahtada artık bu işaretler vardır) şahlar “e dikeyinde” vezirler ise “d dikeyinde” bulunurlar. Bunu küçük öğrencilerimize anlatırken; “bu tahtanın efendisi kim?- Şah! O halde efendiler e-evinde oturur” diyerek öyküleme yapmak yararlı olmaktadır. Her antrenör de benzeri öykülemeler üretebilir.
MERKEZ KARELER :
Her şeyin bir merkezi olduğu gibi satranç tahtasının da bir merkezi vardır. e4, e5, d4, d5 kareleri “tahtanın merkezini” oluşturmaktadır.. Merkez kareler tahtanın ortasında adeta bir tepe gibidir. Bu karelerden herhangi birinde bulunan bir taş, tahtanın her yerini görebilir. Bunu deneylerle anlayabilirsiniz. Merkezdeki bir taşın ulaşabildiği kare ve yön sayısı, aynı taşın kenardan ulaşabildiği kare ve yön sayısından her zaman daha fazladır. Yalnızca kaleler her noktada aynı kare sayısına hükmederken, merkeze geldiklerinde etki ettikleri yön sayısı artar.
GENİŞLETİLMİŞ MERKEZ:
Merkez karelerin hemen etrafındaki karelerin oluşturduğu kareye ise, “genişletilmiş merkez” adını veriyoruz. Atların oyuna girerken genişletilmiş merkezden girmeleri, atların gücü açısından çok önemlidir. Bunu ileriki derslerde tekrar göreceğiz.
OYNAMAK VE OYUN KURALLARI
CENTİLMENLİK:
Öncelikle rakibimize başarılar dilemeliyiz. Spor barışa endeksli yarıştan ibarettir. Maç bitiminde de sonuç ne olursa olsun öncelikle rakipler el sıkışarak ayrılmalıdır tahta başından.
HAMLE:
Dünyada tüm oyunların esası hamle yapmaktır. Her oyunun kendine özgü bir hamle şekli vardır. Satrançta ise taşlar aracılığı ile hamle yapılır. Hamlelerin bireşimiyle oyun sonuna ulaşırız ve üç sonuçtan birini alırız: Yengi, yenilgi, beraberlik.
*Bir taşın bulunduğu kareden bir başka kareye hareket ettirilmesine hamle denir.
*Hamle taşa dokunmakla başlar, dokunulan taşın bir başka kareye bırakılmasıyla son bulur.
*Oyun kurallarına göre yapılması mümkün olmayan bir hamle, “imkansız hamle” olarak adlandırılır ve bu hamle fark edildiği zaman geri alınmak zorundadır. Oyun süresince 3 kez imkansız hamle yapan oyuncu “hükmen yenik” sayılır.
*Hamle taşa dokunmakla başlayıp, dokunulan taşın bir başka kareye bırakılmasıyla son bulduğuna göre, dokunulan taş oynanmak zorundadır. Elimize aldığımız bir taşı bırakmadığımız sürece istediğimiz kareye oynama hakkımız vardır. Ancak bir kareye bıraktıktan sonra geri alma hakkı yoktur. Bu nedenle hamleden önce hangi taşı nereye oynayacağımıza karar vermiş olmamız gerekir.
TAŞLAR:
Tahtada toplam 32 taş vardır. Bunların 16’sı beyaz 16’sı ise siyah oyuncuya aittir. Bir oyuncu 8 adet er, iki adet at, iki adet fil, iki adet kale ve bir adet vezir ve şaha sahiptir.
TAŞLARIN YERİ:
Notasyon işaretlerinin yer aldığı bir tahtada, 1. ve 2.yataylara beyaz taşlar, 7. ve 8. yataylara da siyah taşlar dizilir. Beyazlar ve siyahlar birbirine göre simetrik olarak yerleşirler. O halde beyazları yerleştirince siyahların yerini de simetrik bir bakışla keşfedebiliriz.
Şimdi tahtayı önümüze koyalım, a1 ve h1 karelerine kalelerimizi yerleştirelim. Kalelere de atlarımızı bağlayalım!! Atlarımızın yanlarına da fillerimizi koyalım. Bu durumda b1 ve g1 karelerinde atlar/ c1 ve f1 karelerinde de filler yerini almış demektir. Şimdi 1. yatayda iki karemiz boştadır. Bunlardan birine veziri diğerine şahı koyacağız. Şahı rakibinin rengindeki kareye, yani rengi siyah olan e1 karesine veziri ise kendi rengindeki kareye (d1 karesi) koyduğumuzda, tahtada “subayların” dizilimi tamam demektir. Kahraman erlerimizi de hemen her subayın önüne birer tane yerleştirdiğimizde, 2. yataydaki her kareye bir er yerleştiğini göreceğiz. Beyaz taşların bu konumuna bakarak, simetrik bir biçimde siyah taşların da nasıl dizileceğini bulacağız. Bu bizim ilk genellememiz olacak…
TAŞLARIN HAREKETİ:
Taşların hareketini öğrenme nedenimiz elbette ki bu oyunun nasıl oynandığını bilmek. Bunun için şimdi önümüze tahtayı koyalım. Önümüzdeki tahtanın sağ alt köşesi beyaz kare olmalıdır. Taşların hareketini kavramaya kaleden başlayacağız.
KALENİN HAREKETİ:
Kale “+” işareti gibi hareket eder. Yani dikey ve yatay yönlerde hareket eder. Örneğin a1’deki bir kale a8’e ve h1’e değin hareket edebilir. İster kendi taşı olsun isterse rakip bir taş olsun, başka taşların üzerinden geçemez. Kaleler bu yüzden açık hatlarda daha etkindirler.
Bu bilgiyle birlikte “hat” sözcüğünü satranç açısından açıklamakta yarar vardır: yatay, dikey ve çaprazların oluşturduğu yollara “hat” diyoruz. Açık hat, yarı açık hat, kapalı hat olarak ÜÇ biçimde karşımıza çıkarlar.
Açık hat: Üzerinde hiç piyon olmayan hatlardır.
Yarı açık hat: Üzerinde yalnızca bir tarafın piyonu olan hattır.
Kapalı hat: Üzerinde her iki tarafın da piyonu bulunan hattır.
Önü açık olduğu sürece kaleler istediği kadar yatay ve dikey olarak hareket ederler, uzun erişimli bir taştır.
FİLİN HAREKETİ:
Filler yalnızca çapraz yollarda hareket edebilirler. Bu yüzden beyaz karedeki bir fil “beyaz fil” siyah karedeki bir fil ise “siyah fil” olarak adlandırılır. Dolayısıyla beyaz oyuncunun bir “siyah fili” siyah oyuncunun da bir “beyaz fili” vardır. Filler bulundukları karenin rengine göre adlandırılırlar. Filler de kaleler gibi önü açık olduğu sürece çapraz yollarda istediği kareye kadar gidebilir. Kale “+” işareti gibi hareket ederken fil için de “x” işareti gibi hareket eder diyebiliriz.
VEZİRİN HAREKETİ:
Vezirler Kale+Fil gibidirler. Hem “+” hem de “x” işareti gibi hareket eder. Bulunduğu kareden yatay, dikey ve çapraz olarak yönleri açık olduğu oranda istediği kadar gidebilir. Merkez karelerden birinde bulunan bir vezir, 8 yöne hareket edebilir.
ATIN HAREKETİ:
“Atlar atlar!” Satranç taşları içerisinde diğer taşlara hiç benzemeyen bir şekilde hareket ederler. Atın dışında tüm taşların ortaklaştığı bir hareket bulunabilir. Ama atlar hiçbir taşla ortaklaşamaz ya da hiçbir taş at gibi gidemez.
Atın hareketini tanımlamak için bir çok tanım vardır.
1- Atlar yatay, dikey ve çapraz olmamak koşuluyla, kendilerine en yakın kareye giderler. Bu durumda örneğin e4 karesine bir at koyalım ve yatay, dikey ve çapraz yönleri iptal ederek, atımıza en yakın kareleri tespit edelim. “e4” karesindeki atımızın 8 adet kareye eşit şekilde yakın olduğunu göreceğiz.
2- Atlar “L” şeklinde hareket eder. “L” harfi birbiriyle dik olarak kesişen bir uzun bir kısa çizgiden oluşur. Bu durumda atımız “L” harfinin çizgilerince bir kısa bir uzun hareket etmektedir. Dolayısı ile atımıza iki kare yatay ya da dikey hareket ettikten sonra bir kare daha yine yatay ya da dikey hareket ederse, kendine özgü hareketini tamamlamış olur.
3- Atlar ya bir kare düz bir kare çapraz ya da bir kare çapraz bir kare düz gider.
Şimdi bu üç tanımı beynimizde kararsak, muhtemel yanlış algılamalara karşı, bu tanımların birer “sağlama” özelliği taşıdığını da anlamış olacağız. Yapmamız gereken bu tanımlara göre bir deney yapmaktan ibarettir.
Atlar, atlar! Atlar başka bir taşın üzerinden atlar. Atların dışında hiçbir taş ister rakip ister kendi taşı olsun, bir başka taş üzerinden atlayamaz. Bu özelliği ile diğer taşlardan çok daha özgün bir harekete ve adeta gizemli hamlelere sahiptirler. Keşfettikçe çok seveceksiniz.
PİYONUN HAREKETİ:
Geldik tahtanın cambazlarına. Küçücük boylarına bakmadan, koca tahtada oyuncuların yüzünü ağartan ve aynı zamanda karartan bücürlerine… Fransız satranççı Phlidor, “piyonlar satrancın ruhudur” demiştir.
Piyonlar daima ileri doğru dikey olarak hareket ederler. Tahtada henüz hiçbir taşın oynanmadığı konuma “başlangıç konumu” diyoruz. Başlangıç konumundaki bir piyon, iki kare ilerleme hakkına sahiptir. Bu haklarını yalnızca ilk hareketlerinde kullanma olanağı vardır, sonraya saklanamaz. Yani ilk hareketinde tek kare ilerlemiş olan bir piyon, iki kare ilerleme hakkını yitirir. Piyonların ilk hareketten sonraki hamleleri tek kare ilerlemek şeklinde gerçekleşir. Daima ileri doğru giderler, geriye doğru hareket edemezler.
İlerleyişleri dikey olarak ileri doğru iken, taş alışları çaprazdır. Bu çapraz alış da ileri doğru çaprazdır. Örneğin; e4 karesindeki bir piyon, d5 ve f 5 karesindeki rakip taşları alabilir, ancak d3 ve f3 karesindeki rakip taşları alamazlar.
TERFİ:
Piyonlar daima ileri doğru hareket eder demiştik. Pekiyi beyaz piyonlar 8’inci yataya, siyah piyonlar 1’inci yataya erişince ne olacak? Kendileri açısından “Son yataya” erişen piyonlar terfi hakkı elde ederler. “Son yataya” erişen piyonlar, piyon olarak kalamazlar, ikinci bir şah da olamazlar, kesinlikle bir başka taşa dönüşmek zorundadırlar. Son yataya erişen “kahramanımız” at, fil, kale, ya da vezir olarak oyuna geri dönmek zorundadır. Hangi taşa dönüşeceği, en çok hangi taşa gereksinim olduğu sorusunun yanıtı olarak tespit edilir. En güçlü taş vezir olmakla birlikte, terfi edecek piyonu ille de vezir yapmak her zaman haklı değildir. Ata terfi etmek gerekirken vezire terfi ettiği için kaybedilen oyunlar vardır. Bu nedenle oyunun gereksinimi ne ise, o taşa terfi etmek gerekir.
GEÇERKEN ALMAK:
Yine piyonlara özgü bir hareketle tanışıyoruz burada. İki tür tanımlayabiliriz bu hareketi:
1- Başlangıç konumundaki herhangi bir piyon iki kare ilerlediği zaman, rakip piyon ile yan yana geliyorsa, rakip piyon, iki çıkan piyonu tek çıkmış gibi varsayarak alabilir.
2- Başlangıç konumundaki herhangi bir piyon, tek kare çıktığı zaman, rakip piyon tarafından alınabiliyorsa, iki kare çıktığı zaman da aynı rakip piyon tarafından alınabilir….
Bunu hemen deneyebiliriz. Örneğin e5 karesinde bir beyaz piyonumuz olsun. “d7” ve “f7” karesinde de siyah piyonlarımız olsun. “d7” iki kare ilerleyerek “d5” karesine geldiğinde, e5’teki beyaz piyonla yan yana gelmiş olur. e5’teki piyon d6 karesine giderek, d5’teki piyonu alma hakkına sahiptir. Keza f7-f5 ilerleyişinde de e5-f6 hamlesi ile f5’teki piyonu alabilir. Buna “geçerken almak” diyoruz.
*Geçerken almak zorunlu değildir. Ancak sonraya da saklanamaz. Alma hakkınızın doğduğu anda aldınız aldınız / almadınız bu hak ölür.
*Geçerken almak zorunlu olmamakla birlikte, bu hakka sahip oyuncunun, oyun kuralarına göre yapabileceği başka bir hamle yok ise, bu kez bu hakkını kullanmak zorundadır.
ŞAHIN HAREKETİ:
Şahlar tıpkı vezir gibi, her yöne hareket edebilen ancak her hamle hakkında bir kare ilerleyebilen bir taştır. Yatay, dikey ve çapraz olarak hareket ederler. Bir kerede bir kare!…
Bir taşın hareket edebildiği her kare, aynı zaman da onun tehdit ettiği karedir. Piyonların dışında tüm taşlar kendi hareket tarzında rakip taşları alabilirler. Bir taş kendi hareket tarzında rakip bir taşı “görüyorsa” o taşı aynı zamanda “tehdit ediyor” demektir. Yalnızca piyonlarımız dikey olarak hareket ederken, çapraz olarak tehdit ederler…
ŞAHIN ŞAHA KARŞI HAREKETİ:
Şahlarımız her yöne birer kare hareket edebildiklerine göre, kendi çevrelerindeki kareleri tehdit ediyor ve aynı zamanda rakip taşlara karşı da koruyor demektir. Bu durumda iki şah yan yana, üst üste ve çapraz olarak birbirine komşu karelerde bulunamazlar demektir. Çünkü şahlar asla tehdit altında kalamazlar. Şahımız tehdit altında iken bu tehdidi görmezden gelen bir başka hamle yapamayız. Şah tehdit altında iken yapacağımız hamle, kesinkes bu tehdidi ortadan kaldıracak bir hamle olmak zorundadır.
Buradan şu sonucu da çıkarmış olmalıyız ki; şahımızı tehdit altında bırakacak bir hamleyi asla yapamayız. Yaparsak ne olur? – İmkansız hamle olur!…
ROK:
Kale ile şahın ortak bir hareketi olup, şah hareketi olarak kabul edilir. Bu harekette şah ile kale birbirinin üzerinden atlayarak yan yana bitişik karelerde dururlar. Hereketin gerçekleşmesi sırasında, önce şah kaleye doğru iki kare ilerler, kale ise şahın üzerinden atlayarak, şahın atladığı kareye yerleşir. (Bunu çocuklara öğretirken ben şu şekilde bir tekerleme ile öğretiyorum: “bir, iki, kurnaz tilki” yani şah kaleye doğru “bir, iki” kare ilerler, durur ve “kurnaz tilki; kale” şahın üzerinden atlar. Çocuklar için sevimli bir öykülemedir bu.)
Rok yapabilmek için:
- Rok yapacak şahın ve kalenin hiç oynanmamış olması gerekir.
- Rok yapacak kale ile şah arasında hiçbir taşın olmaması gerekir.
- Rok yapacak şahın; kendisinin, atladığı karenin ve şahın yerleşeceği karenin rakip taşlar tarafından tehdit edilmiyor olması gerekir.
- Kalelerin tehdit altında olmaları ya da tehdit altındaki karelerden geçiyor olmaları rok için engel değildir.
- Şah için engel oluşturan tehditler giderildikten sonra rok yapılabilir.
- Şah daha önce oynanmamış ancak kale oynanmış ise, oynanan kale ile rok yapılamaz, ancak şahın oynanmamış kale ile rok yapma hakkı saklıdır.
OPOZİSYON:
İngilizce bir deyim olan “opozisyon” sözcüğü “karşı koymak, engellemek, zorluk çıkarmak, direnmek, yol kesmek” anlamındadır. Satrançta opozisyon ise, şahların birbirlerini karşılıklı olarak engelleme durumudur. Şahların kendi aralarındaki “kare koruma” savaşımıdır. Birbirlerini kazanç karelerine sokmama durumudur. Genellikle oyun sonunda bu savaşım ortaya çıkar. Özellikle yalnız şah ile yalnız olmayan şahın birbirlerine karşı direnme ve alt etme savaşımı olarak ortaya çıkar. İlerleyen derslerde bunları ayrıntılı olarak göreceğiz.
Buraya değin olan bölümde, özellikle şahın ve piyon hareketlerinin karmaşık olduğunu görebiliriz. Bu iki taşın hareketlerinin dikkatlice okunması, kavranamayan konular için oyun pratiğine geçilmesi önerilir. Kalan kısımlar oynamaya başlayınca daha iyi kavranacaktır. Takıldığımız yerlerde geri dönüp konuya ilişkin metinler okunursa, işimiz kolaylaşacaktır.
TAŞLARIN DEĞERİ:
Taşların iki tür değeri vardır. Daha doğrusu dünyada her şeyin iki tür değeri vardır. Bu iki tür değeri çok değişik tanımlarla açıklamak olasıdır. Maddi Değer- Manevi Değer. Nicelik Değer- Nitelik Değer. Sayısal Değer- Konumsal Değer.
Maddi Değer- Manevi Değer: Bize en tanıdık gelen değerdir. Çevremize baktığımız zaman “şeylerin” bizim için bazen maddi bazen de manevi değerler içerdiğini görebiliriz. Örneğin anneniz maddi olarak bir başka anne ile eşit değere sahip iken, manevi olarak tüm diğer annelerden daha yakındır size. Belki tüm anneler değerlidir ama sizin anneniz size daha değerlidir. Oysa maddi olarak anneniz diğer anneler gibi etten kemiktendir. “Kuzguna yavrusu şahin görünür”…
Nicelik Değer- Nitelik Değer: Her er, erdir örneğin. Ama cephede ya da sınır boyundaki er ile yemekhanedeki er aynı değerde midir? Silahsız bir mangaya karşı, silahlı bir er eşit değerde midir? İnsan olarak, “et-kemik” olarak eşit olsalar da “savaş gücü” olarak farklıdırlar. Bu örnekte fark edilen erlerin insani değeri ile savaşçı değerleri arasındaki fark; nitelik değerdir.
Hiçbir mesleği olmayan bir insan ile, doktor olmuş bir insanın arasındaki farktır nitelik değer. Her iki insan da nicelik olarak insandan sayılır iken, mesleki açıdan aynı kefede sayılamaz. Nitelik değer sayılamayan, ölçülemeyen değerdir. Nicelik değer ölçülebilir, sayılabilir, nitelik değerse ölçülemez. Nicelik değer doğuştan var olan, ham, işlenmemiş değer iken, nitelik değer emek katılmış, işlenmiş değerdir.
Satranç taşlarının da iki tür değeri vardır. Oyuna giren oynanmış bir taş ile yerinde duran, oynanmamış bir taşın maddi olarak değerleri aynı olsa bile, sahip oldukları konumdan kaynaklanan değerleri aynı değildir. Bu yüzden satranç taşlarını da iki değer açısından tanımlayacağız; sayısal değer- konumsal değer.
SAYISAL DEĞER:
Taşların doğuştan sahip oldukları ve henüz hiçbir taşın hamle yapamadığı, başlangıç konumunda içerdikleri değerdir. Bu sayısal olarak ifade edilir. Bu değerlere göre;
Kale: 5 Puan
At : 3 puan
Fil : 3 puan
Vezir: 9 puan
Er : 1 puandır.
Şah puanlama dışında olmakla beraber; konumsal olarak ya da oyun gücü olarak, at ile piyon arasında bir değere sahip olduğu söylenmektedir…
Bu değerler aynı zamanda taşlarımızın “mali” değerleri olup, onların değişim değerlerini de göstermektedir. Şahın dışındaki tüm taşlar belli “ticari kurallar” içerisinde değişilebilir. Ancak şahların değişim değeri, değişilemeyecek kadar kıymetli oluşları nedeniyle yoktur. Ya da şahın değişim değeri “Mat” demektir. Şah-mat demek, “şah öldü” demektir demiştik. Rakibimiz yaptığı tehdit ile şahımızı alma gücüne erişmişse, bizim şahımız mat olmuş demektir. Taş değişirken maddi açıdan zararlı olup olmadığımızı bu değerlerle ölçeriz.
KONUMSAL DEĞER: (“Oyunsal Değer” de denebilir…)
Taşların ilk hamleden sonra kazanmaya başladıkları değerdir konumsal değer. Oyuna ne derecede katıldıkları ile ilgilidir. Ölçülemez, sayılamaz, ama fark edilir. Sanatsaldır, şiirseldir, öyküseldir, mizahidir, komiktir; satrancın sanatsal yanlarını tanımlar durumdadır… Farkı fark ederken bakılması gereken noktalarsa, taşın kaç tane rakip taşı tehdit ettiği- kaç tane kendi taşını koruduğu/ kaç tane rakip kareyi kontrol ettiği- kaç tane kendi karesini koruduğudur. Öyle bir an gelir ki sayısal olarak bir puana sahip olan bir piyon, konumsal olarak rakip şahı mat edebilecek durumdadır. Bu piyonun değeri artık ölçülemeyecek güzelliktedir.
Her iki değerin de zaman zaman birbirine dönüşebildiğini ilerleyen derslerde göreceğiz. Hatta bu değerlerin, iki kişilik bir oyun olan satrançtaki “üçüncü gizli bir oyuncu olan zamana” ve zamanın bu değerlere dönüşebildiğini de göreceğiz. Bu konuda Kasparov’un “Zirveye Giden Yol” adlı eserinin okunmasında yarar vardır.
Bizler, yeni başlayanlar olarak şimdilik taşların sayısal değer dediğimiz, değişim değerlerini akılda tutalım, “alış-verişlerimizi” bu değerler ışığında yapalım ve şahımızı koruyalım, asla teslim etmeyelim.
TAŞ İSTEMEK:
Yaptığımız bir hamle ile rakip bir taşı alabilecek konuma gelmeye taş istemek diyoruz.
Bize yönelen bir tehdide karşı üç tepkimiz vardır:
1- Kaçmak
2- Korumak…
3- Karşı istekte bulunmak
TAŞ KAÇMAK:
İstenen taşımızı güvenli bir kareye oynamaktır kaçmak.
TAŞ KORUMAK:
İstenen taşı vermeyi kabul ederek, onu alan taşı almak üzere, istenen taşı başka bir taşla korumak… Rakip bizim taşımızı alınca, taşımızı alan taşı alabilecek bir konum yaratmak.
KARŞI İSTEKTE BULUNMAK:
İstenen taşı gözden çıkararak bırakmak, karşılığında başka bir hedefe yönelmek! Taşımız istenirken bizim de başka bir taşı istememiz ilk’e olarak yanlış olsa da, iyi bir oyuncu olduğumuzda isteği istekle yanıtlamanın da iyi bir yöntem olduğunu göreceğiz
Taş istenirken taş istemek neden yanlıştır?
Şundan: istenen taşımıza karşılık rakipten istediğimiz taş başka bir taşımızı isteyerek kaçarsa, rakibin isteği ikiye bizinki ise sıfıra düşer. Bu durumda istenen taşlardan birini kurtarsak bile diğerini kaybederiz.
TAŞ ALMAK:
Yapılan hamle ile rakip taşlardan birinin bulunduğu kareye yerleşerek, rakip taşı oyun dışı bırakmaktır.
TAŞ DEĞİŞMEK:
Genellikle eşit taşların konumsal nedenlerden ve sorunlardan dolayı kırışılmasıdır. Değişimi isteyen taraf genelde değişim sonrası konumunu geliştiren, kendine avantaj elde eden taraftır. Eğer eşit olmayan taşlar değişiliyorsa bu değişim “feda” içermektedir. Değerli bir taşını değersiz bir taşla değişen taraf, feda yapmıştır. Fedanın karşılığında mata giden bir yol varsa feda yapılmalıdır. Yoksa uğradığımız kan kaybından başka bir şey olmaz…
ŞAH ÇEKMEK:
Bir tarafın, diğer tarafın şahını isteyen hamlesine “şah çekmek” denir. Bu tehdidi yapan oyuncu “şah” diyerek sözel bir uyarı yapabilir; ancak uyarmak zorunda değildir. Turnuva oyuncusu bu tehdidi görmek zorundadır.
Bu kural çeşitli tartışmalara neden olmaktadır. Bu uyarının geldiği köken, “mertlik” duygusudur. Geleneğe göre “avcılık; kaçanı vurmaktır”. Sizden habersiz olanı vurmak kalleşliktir. “Şah!” demek bir tür “teslim ol” çağrısıdır. Bu nedenledir ki polislerin kaçan bir suçluyu önce “dur” ihtarı ile uyarması kanunla tespit edilmiştir. “Yakalamak” kaçan için geçerlidir! Kaçmayan, sizden habersiz olanı yakalamış olamazsınız. İşte bu yüzden, eskiden satranç oynayanlar, “bak şahını istiyorum, ayağını denk al” anlamına gelen “şah!” uyarısını ses ile bildirmektedir.
Sanırım “tüfek icat edildiğinden beri mertlik bozulduğundan” olsa gerek, günümüzde “şah” uyarısı zorunluluğu yoktur. Çünkü turnuvalarda, bu uyarıyı almayan ve şahı istekte bulunan bir oyuncu, şahını tehditten kurtaracağı yerde başka bir hamle yapınca, bu imkansız hamle olarak addedilmekte ve bir oyunda üç imkansız hamle yapan oyuncu diskalifiye olmaktadır.
Dolayısıyla bu uyarının verilmeyişi de mücadele araçlarından biri haline gelebilmektedir. Bu yüzden rakibin her hamlesinden sonra onun ne istediğini kesinlikle sorgulamanız gerekmektedir.
TEHDİT ALTINDAKİ ŞAH:
Şahı tehdit altındaki bir oyuncu şahını kaçmadığı zaman, şahı almak da yasaktır. Tehdit altındaki şah yapacağı hamle ile kesinkes bu tehditten kurtulmak zorundadır. Kurtulamıyorsa şah “mat” olmuş demektir.
Tehdit altındaki şahın üç tepkisi vardır:
1- Güvenli bir kareye kaçmak
2- Şah çeken taşı almak
3- Araya taş kapatmak; yardım istemek.
Küçüklerimize bu konuyu anlatırken şu örneği veriyorum: “Evinizin kapısında yabancı bir adam size saldırsa ne yaparsınız?”
1- Kaçarım!
2- Ben de ona saldırırım
3- Tanıdıklarımdan yardım isterim.
İşte tehdit altındaki şah da tıpkı yaşamdaki gibi tepki vermektedir.
MAT:
Daha önce söylediğimiz gibi; üç tepkiden birini verebilen şah mattan kurtulmuş demektir. Hiçbir tepki veremeyen şah ise “mat” olmuş demektir. Kısaca söylersek; tehdit altındaki şah, kendini bu tehditten kurtaramıyorsa, şah “mat” olmuş demektir. Şimdi mat olanın mat edenin elini sıkma zamanıdır…
BERABERLİKLER:
Yaşamda olduğu gibi her savaşım yengi ile sonuçlanmaz. Yenişmezlikler de sonuçlardan biridir. Satrançta da bir taraf açısından üç sonuç vardır; yengi, yenilgi, beraberlik.
Satrançta 5 tür beraberlikten söz edebiliriz:
1- Yetersiz güç ya da “ölü konum” beraberliği:
Oyun sonunda tarafların birbirlerini mat edecek taşları kalmamışsa, bu oyun berabere bitmiş sayılır. İki yalnız şah ölü konuma ulaşmış demektir. Yalnız şaha karşı şah at, şah fil de ölü konumdur. Her iki tarafın aynı renk birer fille kalması da ölü konumdur. Diğer konumlarda bir tarafın yanlış oynama olasılığına karşı mat durumu “teorik olarak” vardır.
2- Pat:
Şah tehdit edilmeksizin yapabileceği bir hamle yok ise oyun “pat” olmuştur. Pat olan oyun tarafların maddi üstünlüğüne bakılmaksızın berabere bitmiş sayılır.
“Mat” ve “ Pat” kavramları yeni başlayanlar arasında “at’larından” ve kısmi konumsal benzerliklerinden olsa gerek, birbiriyle karıştırılmaktadır. 3/2 oranında birbirine benzer bu kavramlar. Hem sözcük olarak “iki harfi” ortaktır, hem de her iki konumda da şahların kendilerinin ve diğer taşlarının oynanabilecek hamleleri yoktur. Ancak mat durumunda şaha tehdit varken/ pat durumunda şaha tehdit yoktur. Aradaki tek fark, tehdit farkıdır.
3- Üç Konum Tekrarı:
Oyun süresince tahtada aynı konum üç kez oluşmuşsa, taraflardan birinin isteği üzerine, hakem kararıyla oyun berabere ilan edilir. Beraberliği isteyen oyuncu hamlesini notasyon kağıdına yazar, ama hamleyi yapmadan önce elini kaldırarak hakemi çağırıp; “yapacağım bu hamle ile üç konum tekrar edilmiş olacaktır, beraberlik istiyorum” demek zorundadır.
Üç konum tekrarı oyunun değişik zamanlarında oluşabileceği gibi, ardı ardına hamleler yoluyla da olabilir. Böylece “hamle tekrarı” yoluyla üç konum gerçekleşmiş olur.
4- 50 Hamle Beraberliği:
Oyundaki son 50 hamle içerisinde hiç piyon sürülmemiş, hiç taş kırışılmamış ise bir tarafın isteği üzerine hakem oyunu berabere ilan eder. Ancak burada da beraberlik isteyen oyuncu, yapacağı hamleyi kağıda yazar ve hamlesini yapmadan önce saati durdurur ve hakemi çağırır. Hakem gerekli incelemeyi notasyona bakarak yapar ve sav doğru ise oyunu berabere bitirir.
5-Anlaşmalı Beraberlik:
İlk hamleden sonraki bir aşamada, bir tarafın rakibine beraberlik teklif etmesi ve rakibin kabul etmesi sonunda oyun berabere biter.
Beraberliklerde her iki taraf da yarımşar puan alırlar.
NOTASYON:
Oyundaki hamlelerin belirli kurallar çerçevesinde yazıya çevrilmesine kağıda yazılmasına notasyon denir. Her iki oyuncu da yaptığı hamleleri yazmak zorundadır. Olası bir tartışmada ya da tahtdaki taşların bozulması ya da biten bir maça itiraz edildiğinde tahtanın son haline gelebilmesi yazılı hamlelerin takibiyle mümkündür. Notasyonun bu yanı kısa vadeli yararını anlatır. Uzun zaman içerisindeki yararı ise, oyunların geleceğe saklanması ve oyuncunun kendi yanlışlarını ayırt etmesine kaynaklık etmesidir. Satrancın güzel yanlarından biri de budur ki, yüzlerce yıl sonra bile oyununuzu yeniden inceleyebilirler. Bir dağcılık sporundaki başarınız unutulabilir ve kaydedilemeyebilir ancak, satrançtaki hamleleriniz adeta “kılcal damarlarına” değin kayıt altına alınabilir. Notasyon sayesinde her şey kayıt altındadır. Yeni bir oyuncuyu en çok geliştirecek yöntemlerden biri de kendi oyunlarına zaman zaman dönüp bakabilme, eleştiri-özeleştiri; analiz yapabilme olanağıdır.
Notasyon yazmak için beli başlı sembolleri bilmek gerekir. Tahtanın kendisinden başlayarak, tahta ve taşlar belirli sembollerle ifade edilir. Buna göre:
Kale, büyük “K” harfi ile
At, büyük “A” harfi ile
Fil, büyük “F” harfi ile
Vezir, büyük “V” harfi ile
Şah, büyük “Ş” harfi ile ifade edilirler.
Piyonlar ise bulundukları dikey adı ve yatay numarası ile ve küçük harf ile yazılarak ifade edilirler. Piyonların küçük harf ile yazılmalarının nedeni, Atın “A’sı / Filin f’si ile “a” ve “f” dikeyindeki piyonların anlatımlarının birbirine karışmaması içindir. Bu yüzden dikey adları standartlara uygun her tahtada küçük olarak yazılmaktadır.
Notasyonda kulanılan başka semboller de vardır:
x : taş almak
+ : şah tehdidi
+ + : çifte şah tehdidi
0-0 : kısa rok
0-0-0 : uzun rok
# : mat
1-0 : beyaz kazanmış
0-1 : siyah kazanmış
½ : berabere
! : güçlü hamle
!! : Çok güçlü hamle
? : zayıf hamle
?? : çok zayıf hamle
!? : ilginç hamle
?! : şüpheli hamle
+ – : beyaz kazanır
– + : siyah kazanır
= : eşitlik
= + : beyaz hafif üstün
+ = : siyah hafif üstün
Daha başkaca işaretler de var. Ancak hepsini buraya şu an için aktarma olanağımız yok. Bunların ilk etapta hepsini bilmeye de gerek yok. Ne zaman ki yazılı kaynaklardan analiz yapmaya başladınız, ozaman da diğer işaretleri göreceksiniz. Elinizdeki yazılı kaynakta da kullanılan işaretlerin açıklaması genellikle vardır.
Notasyon “uzun notasyon” ve “kısa notasyon” diye ikiye ayrılır.
İnsanlık gün geçtikçe her türlü alanda süratlenmekte ve her şeyi kısa zamanda çözerek kendisine zaman artırma eğilimindedir. Bu notasyonda da böyledir ve günümüzde turnuvalarda kısa notasyon şekli kullanılmaktadır. Biz de burada kısa notasyonu anlatacağız.
Bir hamleyi kağıda yazmak için izlenecek yol sırasıyla şudur:
1- Hamle yapan taşın simgesi
2- Hamle yapan taşın gittiği karenin adı.
Örnek 1: başlangıç konumundaki tahtamızdan, g1 karesindeki atımızı f3 karesine oynamış olsaydık bu nasıl yazılacaktı? Şöyle: Af3
Örnek 2: “e2” karesindeki erimizi iki kare ilerlemiş olsaydık nasıl yazacaktık? Şöyle: e4
Örnek 3: f3 karesindeki atımız e5 karesine oynamış olsaydı ve e5 karesinde bir rakip taş olmuş olsaydı ne olurdu? Elbette bu taşı almış olurduk. O zaman hamlemizi nasıl yazacaktık? Şöyle: Axe5 (arada alış işareti var!)
Örnek 4 : 1. e4 – e5 2. Vh5 – g6 3. Vxe5+ (arada alış, sonda ise şah tehdidi var)
Notasyon kağıdındaki hamle numarasından sonraki ilk hamle beyazların ikinci hamle ise siyahların hamlesidir.
SATRANÇTA ZAMAN:
Oyundaki üçüncü oyuncu demiştik “zaman” için. Oyuncular birbirlerine karşı yarışırken zamana karşı da savaşırlar. Eskiden aylarca sürebilen oyunlar artık belirli zaman dilimlerinde oynanmaktadır. Bu yüzden satranç bir spor haline gelmiş ve turnuvalar yapabilme olanağı doğmuştur. Bir çok spor dalının en önemli faktörü zamandır. Mümkün olan en kısa zamanda en çok hamle yapabilmeye bağlıdır kazanmak.
Turnuva maçlarında masada, siyahların sağ tarafında iki kadranlı bir satranç saati bulunmaktadır. İki oyuncu birbirine başarılar diledikten sonra siyahların saati çalıştırmasıyla oyun başlar. Hamlesini yapan her oyuncu kendi zamanını durduracak şekilde saate basar. Oyunda mat yoksa bile süresi biten oyuncu yenik sayılır.
AÇILIŞ BİLGİLERİ:
Aşağıda ilk 11 madde, Sayın Dr. Olgun Kulaç beyin, Öğretmen Kılavuz Kitabı’nda Açılış ilkeleri olarak sunulmuştur. Diğerleri başka kaynaklardan ve gözlemlerden ulaştığım sonuçlardır…
1-Merkez karelerini ele geçir veya uzaktan kontrol et.
2-Hafif aletlerin en hızlı ve etkili gelişmesini sağla.
3-Ağır aletleri gerektiğinden önce oyuna sokma.
4-Piyonlarla yapılacak gereksiz hamlelerden kaçın.Unutma ki,piyonların geri dönüşü yoktur.
5-Kuvvetlerini uyumlu yerleştir. Taşların birbiriyle uyumu onların gücünü artırır.
6-Bütün aletleri olabildiğince çabuk oyuna girmesini sağla.
7-Her hamlenin bir amacı olduğunu her hamlenin büyük planın küçük bir parçası olduğunu unutma
8-Daha iyi bir nedeni yoksa piyon zayıflıklarından kaçın
9-Piyonlarınla kendi aletlerinin gelişimini engelleme
10-Başlangıçta zayıf olan f2 ve f7 karelerini koru
11-İlk hamle hakkından dolayı beyaz olarak girişim siyah olarak karşı oyun arayışları elde etmeye çalış.
12-Zorunlu kalmadıkça açılışta bir taşla iki kez oynamamak gerekir. Çünkü gereksiz
yapılan her hamle bir aletimizin gelişmesini geriye bırakır.
13-Kaleleri açık hatlara acık hatlar yoksa açılacak hatlara yada açmayı düşündüğümüz hatlara yerleştirmeliyiz.
14-Şah kanadı gelişimi,vezir kanadı gelişiminden önceliklidir.
15-Açılışın tamamlanması için merkezin kapalı hafif aletlerin gelişmesi ve şah güvenliğinin alınması şarttır bu 3 konu tamamlanmadan rakibe saldırı yapmamalıyız.
16-Atları fillerden önce çıkmaya çalışmalıyız. Çünkü filler başlangıç konumunda bile rakip hedefler tehdit edebilirken atların rakip hedefleri tehdit edebilmesi için en az bir hamle yapmaya ihtiyaçları vardır
17-Her şeye rağmen bir gözümüz sürekli rakibin yanlış hamlesini gözlemelidir. Rakip yanlış yaptığı andan itibaren yanlışının “yakasına yapışıp” onu yenmenin yolları aranmalıdır. Rakip böyle bir hatayı açılış tamamlanmadan da yapabilir.Bu durumda çok iyi hesap yaparak biz de açılışı tamamlamayı beklemeden saldırıya geçebiliriz.
18-Beyaz taşlarla oynuyorsak, en başından itibaren kafamızda bir plan olmalıdır. Rakibi bu plan içerisine çekmeye gayret etmeliyiz. Bu plan bildiğimiz bir açılışla başlamalı ve bildiğimiz oyun sonuna doğru gelişmelidir. Bu gelişmeler sırasında planımıza uymayan hamlelerle karşılaşırsak, yeni planlar yapabilme becerisinde olmalıyız. Bu durumda “somut koşulların somut analizi” ilkesini işletmeliyiz.
İlerleyen derslerimizde, bu ilkeleri genişletilmiş bir şekilde işleyeceğiz…