Celal Üster
Satranç, yaygın inanışa göre, Doğu kökenli bir oyundur. Birçok araştırmacı, satrancın 6. yüzyılda ya da daha öncesinde Hindistan’da doğduğunu savunur. Bu ölümsüz oyunun Müslümanlar’dan İspanyollar’a, Bizanslılar’dan da İtalyanlar’a geçerek tüm Avrupa’ya yayıldığı söylenir. Ama hep merak etmişimdir: Satranç taşlarının en önemlisi olmasa da en güçlüsü olan ‘Vezir’, Batı dünyasında neden ya da nasıl ‘Kraliçe’ (Queen) adını almıştır? ‘Şah’ın Batı’ya gidildikçe ‘Kral’a (King) dönüşmesi daha anlaşılır bir durumdur da, ‘Vezir’in ‘Kraliçe’ye, başka bir deyişle eril bir taşın dişil bir taşa dönüşmesi biraz şaşırtıcıdır.
Gerçi Doğu’da, İran’da ve Arap ülkelerinde ‘Fil’ diye bilinen taş, Batı’da ‘Piskopos’ (Bishop) olmuş; bizim ‘At’ dediğimiz taş da ‘Şövalye’ye (knight) dönüşmüş. Bizde ‘Kale’ denen taşa, İngilizler ‘Rook’ diyorlar; ‘Rook’ ise, Hintçede ‘Ruh’tan, Farsçada ‘Roh’tan (Asker) geliyor. Ama bunlara bir diyeceğim yok. Çünkü, neresinden bakarsak bakalım bir Doğu oyunu olan satranç, belli ki, bir ordunun savaş düzenine dayalı, sapına kadar erkek kökenli bir oyundur.
Satranç ve taşların hareketi, doğal olarak, yüzyıllar boyu coğrafyadan coğrafyaya, iklimden iklime karmaşık bir evrim süreci yaşamış. Zaman içinde taşların ilerleyişi ve özellikleri de değişimlere uğramış. ‘Vezir’in zamanla cinsel bir değişim geçirerek Batı’da ‘Kraliçe’ye dönüşmesi ise, Stanford Üniversitesi öğretim üyelerinden Marilyn Yalom’un kısa bir süre önce yayımlanan Birth of the Chess Queen (Satranç Kraliçesinin Doğuşu) adlı kitabının konusu olmuş.
‘Şah’, bütün yönlerde yalnızca bir kare ilerleyebilir, ama oyunun ister istemez en önemli taşıdır. ‘Şah’ınız kıstırılıp kaçamayacak bir duruma düştü mü, feriştahı gelse kurtaramaz sizi, mat olduğunuzun resmidir. Öteki taşlar, ‘Fil’, ‘Kale’, ‘At’, ‘Piyon’ hep belirli yollardan hareket ederler. ‘Vezir’e gelince, nerdeyse her şeye gücü yeter. Önüne bir engel çıkmadığı sürece satranç tahtasını herhangi bir yönde boydan boya geçebilir; üstelik, hem ‘Kale’ gibi sütunlar ve sıralar üzerinde, hem de ‘Fil’ gibi çaprazlar üzerinde. Tıpkı şahını koruyan, ona akıl veren, onun askerlerine komuta eden, düşmana saldırıyı yöneten gerçek bir vezir gibi.
Tarihçileri, bu oyunun en eski dönemlerinde Hindistan ve İran’da kullanılan satranç taşlarının figürlü olduğunu belirtirler. ‘Şah’, şaha benzer; ‘Vezir’, vezire; ‘Fil’, file. Sonradan, İslâm dünyasındaki suret yasağı, satranç taşlarını figürsüzleştirir, soyut biçimler verilir taşlara. Satranç, Ortaçağ başlarında Emeviler’in egemenliğindeki İspanya üzerinden Avrupa’ya yayıldığında, taşlarda insan figürleri yeniden belirir.
Kültür tarihçisi Marilyn Yalom, yaptığı araştırmalar sırasında, 990 yılında yazılmış bir şiire rastlamış. İsviçre’deki Einsiedeln manastırındaki bir keşişin yazdığı ‘Satranç Üzerine Dizeler’ adlı şiirde, ‘Vezir’den ‘Kraliçe’ olarak söz ediliyormuş. Yalom, araştırmalarını derinleştirdiğinde, Geoffrey Chaucer’da da karşılaşmış ‘Kraliçe’yle. Ama günümüzdeki karşı konulmaz gücüyle ‘Kraliçe’nin en açık seçik betimini Luis Ramiriz de Lucena’nın 1496’da İspanya’da yayımlanan Aşk ve Satranç Sanatı Üzerine Söylev adlı kitabında bulmuş.
Yalom’un anlattıklarına bakılırsa, bizim ‘Vezir’ dediğimiz taşın adı ve cinsiyeti değişirken gücünde de büyük bir değişim meydana gelmiş. Eskiden ‘Vezir’ çaprazlar üzerinde yalnızca bir kare ilerlerken, 15. yüzyıl Avrupası’nda ‘Kraliçe’ bugünkü müthiş gücüne erişmiş.
Yalom’un, yanıtlamaya çalıştığı soru şu: Erkeklerin egemenliğindeki bir dünyada, ‘Kraliçe’nin bunca güçlü olduğu bir oyun nasıl kabul gördü? Yalom, bu soruya tek bir kesin yanıt vermek yerine, yanıtı ortaya çıkarabilecek birkaç tarihsel/kültürel gösterge sunmayı yeğliyor.
Birincisi, Ortaçağ Avrupası’nda Meryem Ana’nın bir güç figürü olarak ululanması. Hz. İsa’nın anasının, Yeni Ahit’te Tanrı’nın uysal ve itaatkâr hizmetkârı olarak görülmesine karşılık, Ortaçağda güç ve görkemle donatıldığını vurguluyor Yalom. Sonra, gene Ortaçağda nerdeyse bir tapım gibi ortaya çıkan saray aşkından söz açıyor; her şövalyenin tapınırcasına bağlılık duyduğu bir hanımefendisi olduğundan söz ediyor. “Bu hanımefendi bazen erişilmez ve evli bir soylu kadın olabiliyordu,” diyor. “Şövalye, ortaya koyduğu yiğitliklerde esin gücünü ondan alıyordu.”
Yalom, satranç ‘Kraliçe’sinin yükselişindeki etkenlerden biri olarak da, gerçek yaşamda güçlü kraliçelerin, özellikle de 15. yüzyılın ikinci yarısında Kastilya kraliçesi I. Isabella’nın ortaya çıkışını görüyor. Yalom’a göre, güçlü ‘satranç kraliçesi’nin Güney Avrupa’da boy göstermesi hiç de rastlantı değil.
Marilyn Yalom’un kitabı, satranç âlemindeki bu cinsiyet değişiminin toplumdaki, Ortaçağ Avrupa toplumundaki karşılıklarını araştırıyor.
Radikal gazetesi