Nimzo-Hint, turnuvalarda bir çok 1.d4 açan oyuncuyu tedirgin eden bir savunma ve bunda da Nimzo Hint’in esnek bir savunma olması ve birçok savunmaya göre siyahla daha fazla kazanç şansı sağlaması etkili faktörler. Satranç turnuvalarındaki maçları izlerken bir çok Türk oyuncunun 1.d4 Af6 2.c4 e6 dan sonra 3.Af3 hamlesiyle Nimzo-Hint’ten kaçındığını görmekteyim. Oysa Kramnik, Kasparov, Karpov ve Gurevich’in beyazla 3.Ac3 hamlesini tercih ettiğini gördüğümde ve maçlarını incelediğimde beyaza da iyi oyun verdiğini anlıyorum. Umarım bu yazı ve birazdan inceleyeceğimiz Kasparov-Timman Linares 1993 maçı 3. Af3 oynayan satranç oyuncularına yeni bir bakış açısı sunmuş olur.
Satrançta insan zekası şartlı refleks veya alışkanlıkla açıklanmayacak bir özellik gösterir: yaratıcılık. Büyük satranççıların, çok satranç oynamak sonucu, bir çeşit otomatizm kazandığı ileri sürülmüştür. Büyük satranççı değişik satranç pozisyonlarına şartlanmıştır ve fazla düşünmeden en uygun hamleyi bulur; bir diğer deyişle oynadığı yüzlerce oyunun izleri belleğinde kalmakla ve o bir kompüter gibi belleğine baş vurarak en uygun hamleyi bulmaktadır. Gerçi satrançta pratik yapman önemi yadsınamaz, ancak unutmamak gerekir ki, satrancı çok oynayan herkes büyük satranççı olamamaktadır; nitekim bir insan çok konuşmakla hatip, çok şiir okumakla şair, çok keman çalmakla besteci de olamaz. Büyük satranççı için satranç teorisi ve geçmiş oyunlarda kazanılmış deneyimler elbette gereklidir; fakat bunlar yetmez Bir mucide de çalıştığı alandaki teorik bilgiler gereklidir, bir bestecinin elbette teorik müzik bilgisi olmalıdır, ancak bu teorik bilgiler “yaratıcılık” yolunu açmaz. Büyük satranççının hamlelerinde icada, keşfe, resim, heykel, ve beste yapışa, şiir, roman vb. yazışa benzeyen bir yaratıcılık vardır. Bütün yaratıcılarda ortak olan yön, geniş bir hayal gücü sayesinde gizli kalmış olanakları bulup çıkartmak ve bu yolla dünyayı değiştirmektir. Bir bilim adamının bir laboratuarı ve yeteneği bulunur, yapacağı keşif büyük ölçüde bu iki öğeye bağlıdır. Benzer olarak satranççının önünde pozisyon ve ruhunda yetenek vardır; en iyi hamleyi (veya satrancın şiiri denilen hamleyi) başlıca bu iki faktör belirleyecektir. Diğer faktörler, örneğin katılımla kazanılmış kişilik, duygular, tecrübe ve çevre de tabii rol oynar. Fakat bilim ve sanat alanında da görüldüğü gibi, büyük satranççılar diğer faktörler kendilerine karşı olduğu zaman bile, özel yetenekleri sayesinde turnuvaları kazanabilir.
Curielerin kötü laboratuarlarla, Bethooven’in kulakları ile savaştığı gibi, gerçek satranççılar da bir kere oyuna başladılar mı hiçbir şeyden etkilenmezler. Tabii gürültü hariç. Tüm dünyada satranç turnuvaları büyük bir sessizlik içinde yapılır. Seyirci turnuva salonuna alınmaz ve oyunları, binanın dışına asılmış büyük manyetik panolardan izler. Satrançta yenilginin tek sorumlusu oyuncunun kendisidir; kazandığında tek kahraman kendisi olduğu gibi. Satranç tek kişilerin yönettiği ordular arasında bir savaştır. Oyunun başında her iki tarafta eşit şansa sahiptir ve elinin altındaki kuvvetin başkomutanı durumundadır. Karşı tarafın yapması olası pek çok hamle vardır, fakat gerçek savaşta olduğu gibi her olasılığı değil, en olası olasılığı düşünerek hareket etmek gerekir. Çünkü zaten bütün olasılıkların sayısı düşünemeyeceğiniz kadar büyüktür.
SATRANÇTA VİZYON
Satrançta en önemli beyin aktivitesi “vizyon denen şeydir. Vizyon’un kelime anlamı “görme” demekse de, burada anlatılmak istenilen yalnız göz ile değil, hem göz hem de beyin ile görebilmektir. Vizyonu şöyle tanımlayabiliriz: Vizyon bir satranççının kendini zorlamadan, tahta üzerinde mevcut gizli olanakları sezebilme gücüdür. Satranççı dışardan pasif ve sakin görülür. Fakat o karanlıkta ışık yaratmaya çalışmaktadır; onun sakinliği girdapların ortasındak sakinlik gibidir. Vizyon, satranç tahtasının dilini “anlamak” yeteneğidir. Satranç tahtası ve üzerindeki taşlar bir kitap gibidir; her hamle ile bir sayfa çevrilmiş gibi olur. Türkçe bilmeyen nasıl bir Türkçe kitabı okuyamazsa, vizyonu olmayan da satranç tahtasını okuyup anlayamaz. Satranca yeni başlayanlar, ilkokul çocuğunun kitap okuması gibi oynarlar. İlkokul öğrencisi kolay sözcükleri okur ve anlar, güç sözcükleri ise ne kullanır, ne de anlar; hele soyut ve karmaşık sözcükleri hiç anlamaz. Benzer olarak satranca yeni başlayanlar, ancak basit hamleleri anlar; açmaz, çatal, kolay, matlar gibi. Taş aldırtmayan veya şah dedirtmeyen sessiz bir hamlenin ne kadar önemli olabileceğini kavrayamaz.Ancak bir iki hamle ötede olanı görebilir, karmaşık ve uzak olanı anlayamazlar. Bir diğer deyişle, satranca yeni başlayanlar, zaman içinde miyop gibidirler; uzak zamanları görmeler. Ancak yakın geleceğin farkındadırlar, açık bir tehdidi anlar, fakat gizli tehditleri göremezler. Nasıl ki, yıllar geçtikçe ilkokul öğrencisi daha karmaşık kitapları anlar hale geliyorsa, satranççı da zamanla karşısındakinin stratejisini, taktiğini, masum görünen hamlelerin gerisindeki tehditleri anlamaya başlar.
İyi eğitim görmüş bir insan, örneğin bilim felsefesi üzerindeki bir kitabı kolayca okuyup anlatabilir, hatta bununlada kalmaz, okuduğunu eleştirir, hayalini çalıştırarak okuduklarından yeni düşünceler geliştirir. Yaratıcı okuyuşun pasif okuyuştan farkı budur. Yaratıcı okuyuşta yalnız yazarın söylemek istediklerni anlamakla kalmaz, kendiniz de o kitaba dayanarak yeni düşünceler ve kavramlar geliştirirsiniz. Satrançtaki yaratıcılıkta buna benzer; usta satrançcı tahtayı okur, pozisyonu bir bütün olarak değerlendirir ve sonra sıradan bir oyuncunun asla düşünemeyeceği bir hamle yapar.Usta satrançcı satranç tahtasında başkalarının görmediğini görür, yani “vizyon” u kuvvetlidir.
Vizyon doğuştan kazanılmış bir yetenektir. Hiç kimseye vizyon öğretilmez; bir insana icat yapmak, şiir yazmak, beste yapmak öğretilemeyeceği gibi. O halde satrançta öğretimin rolü nedir? Bunu bir örnekle belirtelim: Bir satranç okulunda devam eden N sayıda kişi olsun. Bunlardan ancak birkaçı büyük satranç ustası olabilecektir; oysa hepsi aynı dersleri görmüştür. O halde diyebiliriz ki, satranç eğitimi ancak doğuştan vizyon yeteneği olanlarda iyi sonuç verir. Vizyon, eğitim ve teori sayesinde ustalığa dönüşür. Vizyonu olmayanlar satranç eğitimi ile vizyon kazanamazlar,ancak satrancı daha iyi anlar hale gelirler; nasıl ki müzik eğitimi ile besteci yaratılmaz ise de müziği daha iyi anlayan kişiler yetiştirilebilir. Satranç eğitim bir insana vizyon veremezse de, vizyonun ortaya çıkmasını sağlar. Satranç kurallarını öğrenmek ve teoriyi geliştirmek elbet gereklidir; fakat kurallar vizyon yaratmaz. Nitekim bir insana yağlı boyalar ve tuval vermek, o insan iyi resim yapabilmesini sağlayamaz; ancak resim yeteneği olanlar bu tuval ve boyalardan ünlü tablolar yaratmıştır. Satranç kurallarını öğrenenler arasında da ancak vizyon yeteneği bulunanlar, usta satrançcı olacaktır. Satranç tahtası, satranç taşları ve kurallar vizyonun hangi sınırları içinde kullanılacağını belirler, bu sınırlar içinde vizyon özgürdür. Vizyonun esası şu cümlede gizlidir: SATRANÇ TAHTASINI BAZILARI DİĞERLERİNDEN DAHA FARKLI GÖRÜRLER. Usta olmayan satrançcı, sırları dökülmüş bir aynaya bakar gibidir: Oyunun bütününü değil kırık parçaları görür; zihnini zorlayarak bu parçaları bütünleştirmeye çalışır ve bu sırada çok yorulur. Vizyonu olan bir usta ise, bir bakışta bir seri hamle veya manevrayı bir anda bir bütün olarak görür; mükemmel bir aynada oyunun tümünü görür gibidir. Vizyon, fotografik bellekle yakından ilgilidir; bütün büyük satranç ustaları, gözlerini kapadıkları zaman bile satranç tahtası ve taşlarını gözlerinin önünde görmeye devam ederler. Bu sayede gözleri bağlı satranç oynayabilirler. Bu durum, insana şair Schiller’i hatırlatmaktadır: Bir çoban, Schiller’e aralarında fark olmadığını söyler. Schiller, ay ışıklı bir gecede gözlerini kapamasını söyler ve sonra Ay’ı görüp görmediğini sorar. Çoban “tabii ki hayır” der ve o zaman Schiller şu yanıtı verir: “Bak, ben de gözlerimi kapadım. Ama ben şimdi Ay’ı eskisinden daha iyi görüyorum. İşte aramızdaki fark…” Bütün büyük satrançcılar, oynadıkları bu oyunu aylar sonra bile baştan sona ezbere tekrar edebilirler.
SATRANÇTA ASIL RAKİP
Fakat en usta satranç oyuncuları bile oyuna konsantre olmak için devamlı bir çaba harcarlar, bu çaba çoğu kez bilinçaltıdır. Satrançta vizyon bir amaç değil, araçtır. Oyunun amacı belli bir süre içinde bir savaş vererek hasmını yenmektir; yani vizyonlar elde edilen bilgiler yengiye dönüştürülmelidir. Acaba satrançcının savaşı yalnız hasmına mı karşıdır? Hayır, satrançta her beyin kendi olanaklarının sınırlı oluşuna karşı da bir savaş vermektedir; kendi olanaklarının sınırını aşmak istemektedir. Satrançcı gerçekte daima kendisine karşı oynamaktadır. Gerçek bir bilim adamı da en başka kendisi ile savaşır. Pasteur “Gerçekten birşey keşfetmek istiyorsanız, kendi kendinizin acımasız bir eleştiricisi olunuz” derken bunu kastediyordu. Satranç tahtasında olasılıkların sayısı çok fazladır; satrançcı bu olasılıkların tümünü kavrayamadığı zaman hata söz konusudur. Olasılıkların tümünü en büyük ustalar bile zaman zaman kavrayamaz ve hata yapar. Ancak bir büyük ustanın hatalı bulduğu bir hamlenin neden hatalı olduğunu usta olmayan anlayamaz; yani büyük ustaların hataları pratik olmaktan çok teorik açıdan hatadır. Büyük ustalar, teorik açıdan bazı ihmaller yapabilirler, bunları aslında hata saymamak gerekir. Fakat ne kadar usta olursa olsun, her satrançcı zaman zaman yanıldığının bilincindedir ve bu bakımdan daha çok görmeye, vizyonunu geliştirmeye uğraşır. En büyük satrançcılar bile bazen inanılmaz hatalar yaparlar; buna “satrançcı körlüğü” denmektedir.
Demek ki, oyunun başından itibaren satrançcı daima bir şeye bakar, birşey arar ve birşey görür. Hamlelerle eşzaman olarak hatırlar, mantığını çalıştırır ve nadiren hesaplar. Bu sırada dağima ileri derecede konsantrasyon halindedir ve sezişlere (inüisyon) açıktır. Satrançcı sürekli olarak olanakları ve bunların sonuçlarını analiz eder, olayları ve karşı olayları yargılar. Satrançta esrarengiz hiçbir şey yoktur. Normal bir insan aklı satrancın bütün hamlelerini anlayabilir, ancak her insan o hamleleri bulamaz, tıpkı şiiri anlayıp da yazamamak gibi. Satranç ustaları daha güçlü konsantrasyon yaparlar, beyinleri daha yoğun ve daha berrak çalışır.
SATRANÇ VE MATEMATİK
Satranç ve matematik farklı metotlar kullanır. Satrançta hesaplamanın yeri varsa da azdır, bazı oyun sonlarında basit hesaplamalar gerekebilir. Matematik, damada daha çok kullanılır. Matematik, genellikle belli formüllerin mekanik kullanılmasıdır. Elde ana bir formül vardır; tümdengelim (dedüksiyon) metodu kullanarak problemler bu formüle göre çözülür. Rölativite teorisi gibi hayale yer veren matematik dalları istisnadır. Satranç ise geniş ölçüde hayal gücüne dayanır; hayal ise kendi yolunu kendi çizer. Matematik mantığını raylar üstünde giden bir trene benzetirsek, satranç hayal kanatlarını çırpan bir kartaldır ve işte vizyon, herkesin göremediğini gören bir kartal gözüdür. Hayal gücü genişletilebilir; başka oyuncuların usta manevralarını analiz eden satrançcıda vizyon genişler, analog fikirler belirir, olanakları sezme hızı atar. Matematikteki teoremler, formüller vb. trafik işaretleri gibidir. Satrancın sonsuz göklerinde uçan kartal içinse hiçbir yol işareti yoktur; çünkü hayal göklerinde bir yol çizmek olanaksızdır. Satranç kurallarını ve oyunlarını beyne “depolamak”, insanı büyük satrançcı yapmaz, dünyanın bütün şiirlerini ezberleyen birinin şair olamayışı gibi. Satrançcının diğer oyuncuların oyunlarını analiz edişinin nedeni, onlardan “etkilenmek”tir; o oyunların aynen uygulanmasına zaten olanak yoktur. İnsan şiir okumakla şair, müzik dinlemekle besteci olamaz; ama bir şair diğer şairleri de okumalı, bir besteci diğer bestecileri de dinlemelidir. Başka “yaratış” olaylarını inceleyen insanın yaratış gücü artar.
Eski bir Yunan filozofu “bilgi insanı akıllı kılmaz” demişti. Burada anlatılmak istenen şuydu: Bilgi bellekte pasif olarak depolanır; bellek akıl demek değildir; o halde bilgi aklı geliştirmez. Böyle pasif depo edilmiş bilgi bir işe yaramaz; çünkü depolanmış bilgiyi hayata geçirecek olan şey akıldır. Örneğin bütün tıp kitaplarını ezberlemiş bir doktor, aklı çalışmıyorsa doğru teşhis yapamaz. Benzer olarak satranç kurallarını ve oyunlarını ezberlemek insanı mutlaka iyi satrançcı yapmaz; buna vizyon yeteneği de eklenirse usta satrançcı doğar. Bilimde,sanatta ve satrançta eğitim ve öğretim, ancak yetenekli olanların yeterliliğini ortaya koymaya ve geliştirmeye yarar; bilgi yeteneğin, sezişin ve ilhamın yerini alamaz ve onları yaratamaz.
Satrançta yeteneği benin herhangi bir melekesine bağlanamamaktadır. Örneğin hayalin satrançta yeri varsa da satranç yeteneği yalnız hayal gücüne bağlanamaz; büyük yazarlarda veya büyük mucitlerde de hayal gücü geniştirir; fakat, bunlar her zaman en iyi satrançcılar olamamıştır. Tabiî bunda satranca yeterince zaman ayıramayışları da rol oynar. Mantığın satrançta yeri varsa da satranç yalnız mantık da değildir; çünkü yöntemleri yalnız mantığın geçerli olduğu matematikten farklıdır Satranç tahtasında başkalarının göremediğini görmek yeteneğinin, yani vizyonun, beynin hangi melekelerine bağlı olduğu kesin değildir. Belki de bunda mantık (yargı), hayalgücü ve fotoğrafa benzeyen bir bellek (ki satranç tahtası ve figürlerinin birçok hamle sonra bile göz önünde canlandırılabilmesini sağlamaktadır) ve diğer bilinmeyen melekeler birlikte ol oynamaktadır. Portiş ve Koltanowski gibi 30-40 kişi ile gözü bağlı simültane (eşzaman) maç yapanların varlığı, fotoğrafik belleğin önemini göstermektedir. Bir satranç ustası oynadığı bir oyunu hiçbir yere yazmadan aynen oynayabilir; herhangi bir hamledeki pozisyonu hemen aklından dizebilir.
SATRANÇ YETENEĞİ
Satranç yeteneğinin kalıtsal olduğuna dair hiçbir bulgu yoktur. Satranç yeteneği diğer yetenekleri engellemez. Büyük satrançcılar çeşitli diğer alanlarda da yetenek göstermişlerdir: Philidor müzisyendi; Staunton Şekspir araştırmaları yapmıştır. Tarrasch iyi bir doktor, Vidmar ve Botvinnik başarılı mühendislerdi. Lasker ve Euewe matematikçi, Karpov ekonomistti. Fakat her büyük satrançcının önde gelen uğraşı satranç olmuştur.
Satranca erken yaşta başlamak tavsiye edilmektedir; çünkü böylece o insan oyununu ilerletmek için daha uzun bir süreden yararlanacaktır. Kübalı şampiyon Capablanca ve satranç büyük ustalarından Rechevski, 5 yaşındayken büyük usta düzeyine erişmişlerdi. Ancak büyük satrançcıların bir bölümü, İngiliz Burn ve Yates gibi, satranca ileri yaşlarda başlamıştır . Bugün için neden bazı insanların daha iyi satranç oynadıkları bir sırdır. Bir tıp adamı hastadan elde ettiği bulguları teorik ve pratik bilgilerin ışığında analiz eder; “ayırıcı teşhis” adı altında çeşitli olasılıkları düşünür ve bunlardan birini en olası görerek seçer; buna teşhis denir. Satranç adamı ise benzer olarak satranç tahtasından elde ettiği bulguları, teorik ve pratik bilgilerinin ışığında analiz eder, çeşitli olasılıkları kıyaslar ve kendi için en iyi olasılığı seçer; bunun adı hamledir. Tıpta “hastalık yok, hastalık var” belgesi, bir hastalığın her hastada kendine özgü olduğunu vurgular. İyi bir doktor hastalığın esaslarını bilmekle birlikte, daima istisnaî (tıp dilinde atipik) olgulara rastlayabileceğini bilendir, örneğin hepatit hastalığı karaciğerin viral iltihabı olup genellikle sarılık yapar; fakat bazı hastalarda bilgi ve kuralları gözden geçirirken istisnalara açıktır. Satranç ustası da satrancın genel kurallarını iyi bilir; fakat bunları körü körüne uygulamaz, hamleyi satranç tahtası belirler, kurallar değil; pozisyon öyle gerektiriyorsa önemli bir satranç kuralı çiğnenebilir. Örneğin vezir oyun başında hemen ortaya çıkmamalıdır; fakat hasmın bir hatasından yararlanmak için bu kural çiğnenebilir. Bu bakımdan da satranç matematikten çok farklıdır; matematik kuralları istisnasız geçerlidir. Matematikle satrancın farklı olduğunun en iyi kanıtı da şudur: Bilgisayarlar, gerekli programlamadan sonra satranç oynayabilir; her pozisyonu analiz ederek o pozisyona en uygun hamleyi yapar. Fakat bilgisayar “plan” yapamaz; yeni strateji ve taktikten yoksundur; oysa satranç ustası bir plana göre oynar. Bilgisayar, tek tek en iyi hamleleri yapar; o hamleleri bir plan dahilinde birbirine bağlayamaz. Bir diğer deyişle bilgisayar, “kombinezon” yapamaz (satranç dilinde kombinezon birbirini izleyen seri dahiyane hamledir).
Satrançta bu kadar önemli olan konsantrasyon yeteneği, irade gücünü kullanarak, dimağı veriler üzerinde yoğunlaştırmak demektir. Usta satrançcı bütün olasılıkları inceleyen adam değildir; uzak olasılıkları derhal ekarte ederek yakın olasılıkları üzerinde durandır. Satrançcının dimağ projektörü, tahta üzerinde yalnız önemli figür ve olasılıkları aydınlatır; “önemsiz” olan her şey karanlıkta kalır.
Satranç maçlarının hepsinde kombinezonların yer aldığı sanılmamalıdır; aksine maçların çoğu “sessiz” dir. Bu gibi maçlarda “mantıksal” veya “sağduyu” hamleleri yer alır: Bir taşa hücum var mı ve öyleyse taş nasıl korunur, gerideki taşları ileri almak (developmant), belli yönlere kuvvet yığmak, zayıf noktaları kuvvetlendirmek, piyon durumunu düzeltmek, karşı tarafın piyon ilerleyişini durdurmak veya kuvvetli bir taşı yandan korumak. Kombinezonlar satranca serüven ve heyecan geitirir; fakat tabiî ki herkes kombinezon yapamaz. Lasker, Nimzoviç ve hatta Capablanca, “mantıksal” oyundan yana idiler; vizyondan çok sağduyu ve tekniğin üstünlüğü üstünde duruyorlardı. Ne var ki, satranç ustalarının sağduyu, mantık, teknik dedikleri şeylerin hepsi kendi vizyonlarından kaynaklanmaktadır ve sağduyuyu savunan satrançcılar da birçok kere kombinezon serüvenine atılmışlardır. Satrançta hesaplı bir “risk” çoğu kez göze alınır. Ancak oyun sonlarında kombinezona ve riske yer yoktur;oyun onları kesin ve hesaplı hamleler gerektirir.
STRATEJİ VE TAKTİK
Satrançta yıldırımlar, çok nadiren berrak bir gökten düşer. Yıldırımdan önce kocaman fırtına bulutları hissedilir. Daha açık söylersek, bir oyuncu satrançta felakete uğramadan önce zorlanmaya başladığını hisseder (Aslında hayatta da böyledir). Strateji, bir oyuncunun savaş alanını kendi seçmesi ve hazırlaması çabalarıdır. Savaşın hamleleri ise taktiği oluşturur. Gerek teori, gerekse pratikte strateji, taktik analizden ayırt edilemez. Taktik geçici pozisyonları, strateji nispeten kalıcı pozisyonları temsil eder. Taktik kısa, strateji uzun vadeli planlara bağlıdır. Taktik, yapılması zorunlu hamlelere karşılıktır; hiçbir zorunlu hamle yokken yapılan ise strateji ile ilgilidir. Piyon yapısı kalıcı olduğundan stratejinin bir parçasını oluşturur. Örneğin taktik nedenlerle (tehlikedeki bir taşı korumak gibi) bir piyon ileri sürebilir; fakat bu hamle bir geri piyon bırakıyorsa, bu stratejik bir zayıflık yaratacaktır; o zaman taktik yararla stratejik zarar tartılmalı ve ikisi arasında bir tercih yapılmalıdır.
Genellikle pozisyonu kuvvetlendirmek için yapılan hamleler stratejiktir: Önemli karelerin (örneğin merkezdekii 4 karenin) işgali veya uzaktan kontrolü, piyon yapısının kontrolü (geri piyon, izole piyon ve duble piyondan kaçınmak ve vezir kanadına piyon azınlığına düşmemek), küçük rok yapmış şahın önündeki 3 piyonun aynı sırada tutulması, fillerin uzun diagonalleri, kalelerin açık (piyonsuz) vertikalleri (sütunları) tutuşu, atın veya diğer bir figürün saldırıdan uzak bir kareye yerleştirilmesi, temponun ele geçirilmesi gibi kararlar stratejiktir. Savunan taraf hatları kapayacak, saldıran taraf ise hatları açacak bir strateji izler. Savaşta olduğu gibi, hareket(manevra) olanakları daha fazla olan taraf üstündür.
HATA ÇEŞİTLERİ: Alekhin’in şöyle bir sözü vardır: “Hiçbir satrançcı, hasmı ona fırsat vermedikçe oyunu kazanamaz.” Hatalar çeşitlidir: Bazı şeyler gözden kaçar,örneğin bir saldırı görülmeyebilir. Tutkulu oyuncular kendi kendilerini mağlup ettirebilir: Çok fazla şey yapmak isterken açık verebilir. Normal olarak satranç ustaları oyun sırasında yaptıkları bir veya iki taktik hata sonucu oyunu kaybederler; hasımları daha az hata yapmıştır. Oyunda ergeç kritik bir an gelip çatar. İyi oyuncular kritik anın yaklaştığını sezebilir. Kritik anda olasılıklar artar, bunlara opak (saydam olmayan) pozisyon da denir; çünkü görmek zorlaşmıştır. Kritik anda durumu tehlikede olan oyuncu, üç çeşit hata yapabilir: Hayal gücü zayıflığı, mental pasifik ve durumu açıkca analiz edemeyiş (aklın karışması veya konfüzyon). Zayıf oyuncularda daha çok konfüzyon görülür. Oyun sırasındaki yorgunluk ve endüşeler de oyunculara hata yaptırır.
SATRANCIN TARİHÇESİ
Satranç, 1400 yıl kadar önce Hindistan’da başladı. Sanskritçe’de bu oyun Şaturanga diye geçiyordu; bu sözcük “dört silah” anlamına geliyordu. O zamanki Hint ordusu dört bölümden oluşuyordu: Filler, savaş arabaları, suvari ve piyade (bugün fil, kale, at ve piyon diyoruz). İlginç olarak başlangıçta , şah ve vezir savaş güçlerinden sayılmıyordu. Şaturanga, Hindistan’dan İran’a geçti ve Arap orduları 1000 yıl kadar önce onu Avrupa’ya getirdi. Şaturanga önce şaturang ve sonra şah (Farsça kral) adını aldı. Araplar ise Şatranj ve al-şah-mat dediler. Türkçe satranç sözcüğü Arapça Şatranj’dan alındı. Mat, Farsça “ölü” anlamına gelmektedir.
Bu gün oynanan satranç, 16.yüzyılda başladı. Orta çağ sırasında Avrupalılar, İranlıların vezir dedikleri taşa kraliçe adını verdiler; bu taş hem cinsiyet değiştirmiş oldu, hem de oyundaki gücü çok artırıldı, belki de yüzyıllardır kadınlara verilmeyen medenî hakları böylece telafi etmek istemişlerdir. Al-şah-mat (şah’ın ölümü) sözcüğü garip bir paradokstur; çünkü şah asla ölmez, yani bir taş olarak alınıp oyun tahtası dışına çıkarılamaz. Şah oyun sırasında başı dimdik şöyle der: “Tamam, oyunu kazandın; fakat beni esir alamazsın, anlaşıldı mı?” Şah, ülkesi olan satranç tahtasını terketmeden, vatanı olan karelerde kıpırdayamaz hale gelince mat olmuş sayılır. Şah ölmemiş, esir düşmüştür. Ancak esaretin ölümden beter olduğu düşünülürse Mat(ölüm) terimi yerindedir.
SATRANÇ VE İHTİMALLER
Biriçte 4 oyuncunun her birine 13’er kupa, maça, sinek ve karo gelmesi olasılığı 9 x 1027 ‘ de 1’dir; fakat satrançtaki olasılıklar yanında bu sayı hiç kalır. Maurice Kraltchik, Matematik Eğlenceleri adlı kitabında bunu hesapladı. İlk 5 hamlede her iki tarafın 20 değişik hamle ve 6.-40. hamle arası 30 değişik hamle yapılabileceği kabul edilirse, 40 hamlelik bir satranç oyununun 25 x 10115 farklı biçimde oynanabileceği hesaplanmıştır. 27 hamlelik bir oyun ise 115 x 1075 farklı şekilde oynanabilir. Tabiî bu sayının içerisine bütün olası hamleler girer; yani iyi oyuncuların asla yapamayacağı akılsızca hamlelerde sayılmıştır; ancak unutulmamalıdır ki satrançta kötü oyuncuların sayısı iyi oyunculardan çok fazladır. Satrancın ilk 4 hamlesi (2 beyaz ve 2 siyah hamle) 197229 farklı şekilde oynanabilir; bu 72.000 farklı pozisyon demektir; bunların 16.556’sı piyon hamlelerinden doğar. İlk 4 hamlede siyah ve beyaz için toplam 228 milyar olanak vardır. Bir siyah şaha karşı maksimum 3 beyaz taşın satranç kurallarına uygun diziliş sayılarını görelim
e1’de duran bir şah e8’e 7 hamlede ulaşmak isterse 393, 8 hamlede ulaşmak isterse 5704 olasılık vardır.
SATRANÇTA ZAMAN SINIRLAMASI
Satranç oyununun belli bir sürede bitirilmesi zorunluluğu 100 yıl kadar önce başlatıldı; bundan önce yapılan turnuvalarda oyuncu istediği kadar düşünebilirdi. Bugün böyle bir kısıtlama getirilmese idi, satranç oyunları kaplumbağa hızı ile yürürdü; çünkü her hamleden önce usta oyuncular uzun uzun analizler yapmak isteyecek, o zaman ajurne (yarıda kalmış) maçlar ancak yıllar sonra bitebilecekti. Zaman, önce kum saati, daha sonra kronometre ve en son satranç saati ile ölçülmeye başlandı. Genellikle 2,5 saatte 40 hamle yapmayan oyuncu, oyunu kaybetmiş sayılır. Hızlı turnuvalarda hakem her 10 saniyede bir gonga vurur, gong çalınca sıra kimde ise o oynamak zorundadır. Blitz (yıldırım) debeb oyun şeklinde ise oyunculara düşünmek için hiç zaman bırakılmaz, oyun en geç 1 dakikada biter; bu tip oyunu en usta satrançcılar oynamaktadır.
Vassily Ivanchuk, genç Şahriyar’a öğüt veriyor: “Evlat, sakın, ama asla ve asla satranççı bir kızla evlenme!” GM Evgeni Vasiukov, Moskova’da ilginç bir satranç turnuvası düzenlemişti. Müzisyenler, sinema sanatçıları, kozmonotlar, devlet adamları, medya mensupları vb. meşhur kişiler süper büyükustalarla aynı turnuvada onlara karşı oynayabiliyordu. Tabii büyükustalar ve ustalar kuvvet derecelerine göre ağır bir zaman handikabına (4’e karşı 16 dakika gibi) sahiptiler. Vasiukov’un davetini kabul edenler arasında kimler yoktu ki? Karpov, Kramnik, Gelfand, Svidler, Ivanchuk ve eski eşi Alisa Galyamova. Karpov sözünde durmak için hasta yatağından kalkıp katılır turnuvaya. Ivanchuk ise turnuva öncesi Vasiukov’la telefon görüşmesinde Galyamova’nın katılması halinde kendisinin oynayamayacağını belirtir. Vasiukov’un cevabı kesindir: “Evlat, ben ikinizi de davet ettim, artık yapabileceğim bir şey yok.” Ertesi gün Galyamova turnuvaya katılırken Ivanchuk ortalarda görünmez, Alica erkeklerin arasında ve Karpov’un önünde dereceye girer. Lasker ve Capablanca diğer şampiyonlara nazaran tahtada en az gaf (çift sorulu hamle) yapan oyunculardı. Özellikle Capablanca yıldırım partilerde dahi kaba hatalar yapmazdı. Ta ki 1929 Karlsbad turnuvasının 16. turunda eş puanla ilk sırayı paylaştığı Fritz Saemisch ile olan oyununun 9. hamlesine kadar:
Saemisch,F – Capablanca,J [E24] 1929 Karlsbad 1.d4 Af6 2.c4 e6 3.Ac3 Fb4 4.a3 Fxc3 5.bxc3 d6 6.f3 e5 7.e4 Ac6 8.Fe3 b6 9.Fd3 Salo Flohr’a göre tam bu esnada, o gün başka bir kadınla randevusu olan zavallı Capa’nın karısı, hiç beklenmedik bir şekilde Havana’dan çıkagelir. Çapkın Capa telaştan çabucak 9…Fa6?? Oynar ve 10.Va4 Fb7 11.d5 hamleleriyle alet kaybettikten sonra bir hayli dirense de yenilgiden kurtulamaz ve 62. hamlede terk eder. Büyük üstadın kariyerindeki bu en akıl almaz mağlubiyetinin sırrına benzer şekilde, kesin favori olduğu Dünya Şampiyonasında Alekhine’e yenilmesine sebep olarak da unvan maçı sırasında revü kızlarıyla gönül eğlendirmiş olması anlatılır. Aynı zamanda konser piyanisti de olan Sovyet GM Mark Taimanov’un hayatı, dünya şampiyonası aday maçlarındaki 6-0’lık Fischer yenilgisiyle karardı. Sovyet yetkilileri büyükustaya konser verdirmediler ve birlikte ikili konserler verdiği eşi Lyubov Bruk, Taimanov’dan ayrıldı. Maçtan sonra Fischer dahi böylesine bir galibiyet beklemediğini itiraf etmişti. Öncesinde ve maç esnasında Sovyet ekibindekilerin dikkatini çeken Taimanov’un garip davranışlarıydı. Ülkesindeki hazırlık sırasında sık sık ortadan kayboluyor ve garip bahaneler ileri sürüyordu. Olağanüstü cimrileşmişti. Maç sırasında para harcamamak için –ki Taimanov’un harcırahı, diğer Sovyet ekibindekilerin 10 katından daha fazlaydı- ucuz yemekler yiyor, gıdalarına dikkat etmiyordu. Bütün bunları sonradan evleneceği sevgilisi için para biriktirmek uğruna yaptığı sonradan anlaşıldı. Aşkı uğruna kariyerindek, en ağır mağlubiyeti almıştı. Şu anda da bambaşka bir kadınla evlidir.(Kaç evlilik yaptığını hiç sormayın) Viktor Kortchnoi, 1974 Dünya şampiyonası aday maçları finaline dek başarıyla gelir ama finalde Karpov’la oynamadan önce karısıyla bazı sorunlar yaşar. Oyunda kendine ayrılan 2,5 saatte 15 hamle yapar, kayıp konuma düşüp zamandan kaybeder. Kortchnoi’nin ekibinden Rudolf Zagainov’un anlattığına göre o gece Kortchnoi, eşinden şehri terk etmesini “rica” eder. Bitime 5 oyun kala Kortchnoi 3-0 geridedir. Ama Bela Moskova’dan ayrıldıktan sonra kendini toparlayan Kortchnoi üst üste 2 oyun kazanarak durumu 3-2 yapar. Zagainov çok umutludur; ta ki oyunların oynandığı Tchaikovsky Konser Salonuna varana dek, Kortchnoi’un arkadaşları ve akrabaları, eşi Bella’yı Leningrad’dan Moskova’ya geri getirmişlerdir. Kortchnoi’a iyilik olsun diye yapılan bu işgüzarlık para etmez; kalan oyunlarda güç bela 3 berabere yapan Kortchnoi adaylar finalini kaybeder. Fischer istekleri kabul edilmeyip unvan maçını yapmayı reddedince, Karpov 6 ay sonra dünya şampiyonu unvanını alır. Dünya şampiyonlarından Tigran Petrosian’ın eşi son derece hırslı bir kadındı ve Botvinnik ile yapacağı unvan maçı öncesi ve sırasında kazanması için kocasını sürekli zorluyordu. Petrosian ise karısının hırsına sahip olmadığı gibi müşkülpesent bir adamdı da. Botvinnik maçına kötü başlayınca ortalığı telaşa veren çevresindekileri yatıştırmak için “Paniğe gerek yok! Havalar çok soğuk, hele biraz ısınsın bir şeyler yaparım.” der. Yine bir gün dünya şampiyonu olabilmesi için dikkat etmesini söyleyip duran karısının sözlerinden bıkan Petrosian sonunda patlar: “Madem o kadar heveslisin, sen oyna o zaman Botvinnik’le!” Ama bu kez hikaye mutlu sonlanır ve Petrosian, Botvinnik’i yenerek Dünya Şampiyonu olur. Hanımlardan özür dileyerek ve engin mizah anlayışlarına sığınarak İstanbul’daki bir mezar taşından alıntı yapalım: “Burada karı dırdırından ölen Hıdır Ağa yatıyor.” Hiç şüphesiz Polgar kızkardeşler, Maya Chiburdanidze, Xie Jun, Antoaneta Stephanova, Alexandra Kosteniuk, Alisa Galyamova, Pia Cramling ve adlarını sayamadığımız olağanüstü bayan oyuncular olmasa satranç dünyası çok daha az renkli olacaktı. Dünya şampiyonlarından Vasilly Smyslov’un yurtdışında oynadığı bir turnuvada yaşadığı aşk gazetelerde alay konusu olur. Turnuvada başarısız olan Smyslov’un hicvedildiği bir karikatürde, tekerlekleri kalp şeklinde olan bir bisiklete binen Smyslov diğer büyükustaların gerisinde en arkada kalmıştır. Hatırlanacağı gibi Kasparov’da boşanması ve sonrasında hayatının en formsuz dönemlerinden birini geçirmişti. Bütün hikayeler iç karartıcı değil elbette: Bronstein birinci olduğu bir turnuva dönüşünde eşine götürmek için uçağı çiçeklerle donatır. Bütün ödül parasını çiçeklere harcamıştır. GM Alexi Shirov, turnuva sırasında demo tahtasına pozisyon dizen Arjantinli kıza aşık olur ve iş evliliğe kadar gider. Kasparov’un rakibini belirlemek için yapılan maçta yenilen Kramnik’e para ödenir, ama Kasparov maçı için sponsor bulamayınca kazanan Shirov tek kuruş alamaz. Eşi Shirov’u terk eder. Aslen Letonya’lı olan Shirov, daha sonra İspanyol vatandaşlığına geçmiştir. Las Vegas’ta yapılan Dünya Şampiyonası öncesinde güneşli İspanya’yı bırakıp Polonya’ya gider. Sebep ne olabilir? Polonya’lı WIM Marta Zielinska. Ama A.B.D Dünya Şampiyonası için Zielinska’ya vize vermez, çünkü Shirov’un çocuğunu taşıyan marta hamiledir ve Amerikalılar yeni A.B.D vatandaşları yaratmak konusunda pek de istekli değillerdir. Bildiğimiz kadarıyla Shirov daha sonra Litvanya’lı WGM Victoria Cmilyte ile evlendi.
Satranç Dünyasında yazar olarak ilk yazımı yazmanın verdiği heyecanı anlatmak çok zor. Aslına bakarsanız çok heyecanlı olmadığım için anlatılması zor. Uzun yıllar internette yazı yazmanın verdiği bir rahatlık var üstümde.
Sizde bu rahatlığa erişin isterim. Bol bol yazın. İçinizden geçenleri, satrançla ilgili konuları, satranç dışı konuları, hiç farketmez. Yazar olup yazın. Düşünceleriniz somut harfler, kelimeler, cümleler haline dönüşsün.
Yazar olmak çok kolay, üyelikten sonra başvurmanız yeterli. Ve adınıza bir kategori oluşturulacak. Sizinde adınız internette ölümsüzleşen, yazılarınız sonsuza kadar nesilden nesile geçen bilgi birikimine dönüşecek.
Kastilya Kraliçesi İsabella ;1451-1504, İspanya ‘nın Kastilya ve Leon Kraliçesi ,Aragon,Majorca ve Valensiya Kralının Eşi,Barselona Kontesi
Kastilya Kraliçesi İsabella, Kastilya ve Leon ‘un kraliçesidir.Avrupa’nın modern satranç döneminde satranç taşı vezire , kraliçe (queen) denmesine ilham olan , kraliçe olarak bilinmektedir.Kastilya ve Leon Kraliçesi iken Aragon Kralı Ferdinand II. İle evlenerek İspanya’da güç birliğinin kurucusu olmuşlardır.
Kastilya Prensesi olarak dünyaya geldiği yıllarda , İspanya’da Müslüman Arapların hakimiyeti (711-1492) yaklaşık 740 yıldır devam etmekteydi.Satrancın Avrupa’ya gelişinin tarihide Arapların İspanya’yı fethine bağlandığı düşünülürse ,1469 yılında Kastilya’lı İsabella’nın Ferdinand II. İle evlenme kararı alması, hem İspanya tarihini hem de satranç tarihinin gelişimini etkilemiştir. (2)
Avrupa satranç tarihi incelenirken ,Asya ‘da vezir olarak bilinen taşın ,kraliçe olarak adlandirilması ile ilgili yazı ve araştırmaların hala devam ettiği görülür.Bu konudaki en yeni ve popüler kitaplardan biri de Marilyn Yalom ‘un ‘Satranç Kraliçesi’nin Doğuşu’ ( Birth of the Chess Queen-2004) kitabıdır. (3) Bu kitaptan ,Yalom’un değerlendirmelerini aktarmaya başlamadan önce, eski yazılı kaynaklarda yer alan bilgilerden bahsetmek gerekir.Satranç taşlarından Vezire ,Kraliçe denilen ilk eserin, İsviçre’nin Einsiedeln şehrinde 990 tarihinde Benedict Manastır’ın da yazılan ,el yazması olduğu belirtilmektedir.Bu el yazması 98 kıtalık manzum şiir de, kraliçe adıyla satranç taşının yazılı olduğu ve satrancın bu bölgeye Alpler üzerinden Alman Kralı III.Otto (903-1002)zamanında geldiği belirtilmektedir.(4)
Einsiedeln , Benedict Manastır 4
Neden ilk olarak İtalya ‘da ki bir manastır da böyle bir yazıya rastlanmıştır? Daha eski başka el yazmaların da yazılı değil midir? Neden İspanya’da ki bir el yazmasın da yazılmamıştır? İtalya ‘ya gidene kadar vezire ,kraliçe denmemiş midir? Bunlar gibi bir çok soru hemen akla gelebilir, ancak bir kısmının cevabını şimdilik biliyoruz.
İtalya hepimizin bildiği gibi Katolik Kilisesi’nin merkeziydi ve kaynaklar kilisenin satranç oyununa karşı olduğunu yazmaktadır.Neden kilise satrancın oynanmasını istememiştir? 711 yılında İspanya Araplar tarafından fethedilmiş ve giderek varlığını güçlendirmekteyken , Arapların getirdiği bir oyunun,satrancın ,hemen kabul görmesi de zaman almıştır.Kilise’ye göre satranç, taşları ile simgesel bir oyundur ve doğudan gelen bu kültürün hemen kabulü , işgalin kabulü anlamına gelmektedir.Şah,vezir,kale,fil,piyon.Hiçbirisi de Avrupa kültürünü yansıtmamaktadır.Ancak kaynaklardan öğrendiğimiz, M.S.800 yılında Papa III.Leo’nun , Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nu ilan edip ,Charlemagne (Şarlman)’nı kral olarak tanımasıyla, bir rahatlama dönemi yaşanmaya başlamıştır.Charlemagne satrancın da oynanmasına izin verdiği için ,o dönemden sonra yapılan satranç taşlarının daha süslü ve şekilli olduğunu söyleyebiliriz. (5)
Charlemagne Satranç Seti
Bu süreç içinde ‘fil’in giderek ‘bishop’ yani ‘papaz’ olmasına da şaşırmamak gerekir.Kilise giderek sevilen satranç oyununun taş adlarının ve özelliklerinin değişimiyle benimsemeye başlamıştır.11.yy da yapılan Charlemagne Chess Seti ve 12.yy Lewis Chess Seti (1150-1200) bu gelişmelere en güzel örnektir.Her iki takıma baktığımız zaman her ikisin de ‘vezir’ ‘kraliçe’ , ‘fil’ ise artık ‘papaz’dır. (Charlemagne setinde papazlar fil üstünde ve fil figür olarak bulunmaktadır.)(6)
Lewis Satranç Seti
Queen(Kraliçe),İtalya 12.yy
Fil’in ad olarak değişimine kilisenin etkisi ortadadır.Ancak neden ‘Vezir’ kraliçe olarak isim ve cinsiyet değiştirmiştir.İşte Yalom ,tam da bu noktayı ele almakta ve kitabında Avrupa ‘da o dönemdeki kraliçe ve diğer tarihi kişiliklerin satranca nasıl etkide bulunduğunu açıklamaktadır.Yalom’a göre ‘vezir’ doğu kültüründe önemlidir ancak Avrupa’da ‘vezir’ yoktur ve Kraliçe önemlidir.Kral’ın yardımcısı ve halkın her zaman merak ettiği Kraliçe.
Notre Dam Katedrali’nde ki Kabartmalar
Yalom’a göre Orta çağ Avrupa ‘da gücün en önemli ilk simgesi Meryem Ana’ydı.Yeni Ahit’te ki yumuşak başlı ,uysal anne ,Orta Çağ da daha güçlü bir karakter olarak bilinmekte ve anılmaktadır.Yalom ,Notre Dam Katedrali’nin(M.S.1160) kapısının üstünde yer alan ve Meryem’e ithaf edilen , ‘Kutsal Meryem’in taç giyme ‘ töreni kabartmalarının ,o dönemde kadına verilen önemin göstergesi olduğunu belirtmektedir.(7)
Bu yazıya “Satranç” konusuna hiç inanmayanlar, ya da bu muhteşem oyuna; “bildiğimiz dama oyununun çığrından çıkmış hali” şeklinde değerlendirmelerde bulunanlar, muhtemelen hiç ilgi duymayacaklardır. Ancak birazcık objektif gözle konuya yaklaşmaya başlayınca; inanmamak bir tarafa, onun bir sevini veya hayranı olmak, yalnızca bir an meselesidir.
Biraz iddialı olmakla beraber; işte bu küçücük 64 kare üzerinde oynanan bu muhteşem oyun, aslında korkunç bir meydan muharebesinden başka bir şey değildir.
Dehşet, hareket, zayiat, muhakeme, planlama, metanet, inisiyatif, baskı, taarruz, savunma, aldatma, tanklar, piyadeler, helikopterler, istihkamcılar, her şey mevcuttur satrançta.
Bu yüzden muharebeyi deneyecekler bu sınavdan da geçmelidirler. Gerçekten de SATRANCIN askerlik mesleğiyle çok büyük ilişkisi vardır. Bu yüzden bu oyuna sivillerden çok bizlerin sahip çıkması gerekmektedir. Bu oyundaki mantık; “askeri usul ve doktrinlerin” tümünü kapsamaktadır.
Bu kadar sözden sonra heveslensek; hemen çarşıya koşup, bir takım alsak, hatta kitabını alıp kaidelerini öğrensek, haftalarca pratikler yapıp, varyasyonları, kombinezonları, açılışları ezberlesek ve oyun oynamaya hazır bir duruma gelsek; “HİÇ BİR ŞEY BİLMİYORUM” durumundayızdır. Düşünelim şimdi: sıfırın altında bir yerden başladık, çok dik bir yokuşu tırmandık ve ulaştığımız yer ancak “SIFIR” oldu.
İşte böylesine sabır isteyen bir oyundur. Devam edelim: Hergün oynasak, beynimizi azami kapasiteyle zorlasak, yensek, yenilsek bile, gene de “Ben satrancı iyi oynuyorum” demek çok güçtür. Hele usta, yada büyük usta olmak gerçekten de aslanın ağzındadır. Son 10 yıl içinde dünyada “Doksan” kadar büyük ustanın bulunduğunun bilinmesi ise, güçlüğün derecesini açıkça ortaya koymaktadır. Bu durumda; biraz daha gerçekçi olarak; “Büyük Usta” olmak gibi iddialı bir yoldan ziyade, iyi satrancı yada satranç sever olabilmeyi hedeflemeliyiz. Bu mümkün olabilecektir. Özellikle Askeri Liselere yardımcı ders olarak konursa ve daha bu yaşlardan sevdirilirse en azından iyi satranççılar, dolayısıyla da iyi stratejistler, taktikçiler yetişebilir. Yetiştirmede en iyi ve en ekonomik yardımcılardan biridir satranç.
Kişi kafasının gücünü somut olarak görmekten korkuyorsa, satrancı hiçbir zaman oynamak istemeyecektir. Şansa veya zara bağlı, tavla gibi daha kolay oyunları; beyni çalıştırmaya sürükleyen, insanı zora sokan satranca tercih edecektir.
Bizler, genelde kafa oyunlarında yenilmeyi pek sevmeyiz. Hatta yenilsek, hazmedemeyiz. Çünkü bizde başarı ya kaba kuvvete, yada kolay kurnazlıklara dayanmıştır. Satrançta kaba kuvvet yoktur. Kurnazlıklar ise karşı tarafın anlamasıyla derhal aleyhinize bozuluverir. Satrancın en önemli özelliği; maddi ve manevi bütün gücümüzle “Yenmek için” savaşmak gerektiğini öğretmesidir. Her şey yenmek için başlar. Savaşma azim ve irademiz tamdır. Hep bunun gerçekleşmesine çabalarız.
Ancak karşımızdaki bizden güçlüyse; “yenilirken öğrenmeyi” satrançta öğreniriz. Yenilince her şey bitmez. Tıpkı muharebe gibi; Eğer yenilirsek, dövünüp her şeyi bırakmayı değil, aksine neden yenildiğimizi araştırmayı, hangi hataları yaptığımızı araştırmayı, bir daha sefere aynı hatayı yapmamak için, daha çok hazırlanmayı öngörür. Kısaca satranç yenilgisi bir askere “her şeyin bittiğini “değil “yeni bir zaferin başlayacağını” haber verir, mücadeleci ve mert bir mantık aşılar.
Ayrıca satrancı seven, gönülden balı bir kişi kendinden daha güçlü oyuncularla oynamak ister. Amacı daha çok öğrenmektir. Eğer, karşımızdakinin bizden iyi oyuncu olduğunu biliyorsak “Nasıl yenileceğimizi” merak etmek öğrenme açısından, cesur ve mütevazı bir düşünüştür.
Satranç ayrıca bir askere şu faydaları sağlar: “Devamlı muhakeme” zihniyeti aşılar. Durumlar devamlı değişmektedir. Sürekli kısa durum muhakemesi yapmak bir komutan için en önemli alışkanlıklardan biridir.
Sürekli olarak müteakip harekâtın planlanması alışkanlığını kazandırır. Ne kadar daha sonraki hamleyi düşünebiliyorsak o kadar ufkumuz genişler. Başlangıçta 2-3 hamleyi görebiliyorsak daha sonraları, bu 5’ten fazla hamleyi düşünmeye ulaşabilir. Geleceği görmek bir komutan için en önemli meziyetlerden biri olmalıdır.
Harp prensiplerinin, taktik ve stratejik kaidelerin büyük bir çoğunluğunun; 64 karelik muharebe alanında tatbikine imkan verir. Bu konuda pratikler yaparak, alışkanlıklar edinmemizi sağlar.
Satranç, bir komutana beklemeyi, sabretmeyi öğretir. En uygun zamana kadar beklemek ve o anda düşmana vurmak bir komutan için gerekli olan değerli bir meziyettir.
Ölçülü ve soğukkanlı davranmayı öğretir. Tarihte orduları askeri bozuk para gibi harcayan, Komutanlar vardır. Böyle askerine değer vermeyen komutanlar da daima bozguna uğramışlardır. Satrançta ne “Ne olacak? Piyonum giderse gitsin” zihniyeti bu tip bir davranışı aksettirir. Gerektiğinde zafer için bütün taşlar feda edildiği gibi, bazen 1 piyon vermemek için, bütün taşlar seferber edilir. Çünkü; en az değeri olan piyon, belki bir an gelecek, vezir olacaktır. Hatta oyunların bazen bir piyon üstünlüğüyle bittiği, bilinen bir gerçektir. Satranç insana, “yaratıcılığı” öğretir. Yeni oyunlar kombinasyonlar yaptıkça insan mutlu olur, daha çok yaratmak ister. Kararsızlığın en büyük düşmanı satrançtır. Özellikle zamanlı oyunlarda, belli bir süre içinde muhakeme yapıp, “en doğru kararı verme” zorunluluğu vardır. Süratli muhakeme ve karar verme, alışkanlığı kazandırır.
İşbirliği ruhu doğurur. Sadece şahın yada komutanın “tek başına bir şeyler yapmasının” çok güç olduğunu, oysa diğer bütün taşlarla müştereken bir başarıya daha kolay ulaşabileceğini gösterir. Kuşkusuz faydalar çoğaltıldıkça çoğaltılabilir.
Buraya kadar teknik olmayan açıklamalardan bahsettik. Şimdi de satrancın tarihçesini biraz daha ayrıntılı inceleyelim: Ansiklopedi tanımıyla satranç; 2 kişi arasında 64 haneye bölünmüş kare bir tahta üzerinde, 16’şardan 32 taşla oynanan bir oyundur. Ancak bu tanımın sadeliğine aldanmamak gerekir. Arap kaynaklarına göre satranç, HİNDİSTAN’da genç bir prense ders veren bir BRAHMAN rahibi tarafından “kralların bile tek başına hiçbir şey yapamayacağını” anlatmak için ortaya konmuş bir oyundur. Rahibin oyununu Prens çok beğenir ve Rahibe “Ne isterse onu dilemesini” söyler. O da; “Satranç tahtasının birinci karesi için 1, ikinci karesi için 2, üçüncü karesi için 4 adet… kısacası 64 kare için de aynı yolla buğday ister. Genç prens, istenilen mükafatı azımsayarak, derhal rahibin isteğinin yerine getirilmesini emreder. Ancak başlangıçta çok basit bir istek gibi görünmesine rağmen işin içinden çıkılmaz, bütün bilginler biraraya gelir, fakat bir türlü gereken buğdayı toplayamazlar. Çünkü rahibin istediği buğday hesaplanınca; 18.446.744.073.709.551.615 rakamı ortaya çıkmaktadır. Bu kadar buğday tanesini ise, o devirde tüm HİNDİSTAN’da üretilen buğdaylarla dahi karşılamak mümkün değildir. Hatta bugün bile, bütün kıtaların yüzölçümünden 76 kat daha genç toprak parçasına buğday ekip, ürününü toplamak gerekir.
Avrupa’ya IX uncu yüzyılda giren satrancın, işte böylesine akıllı bir insanın buluşu olduğu sanılmaktadır. Birçok akıllı insan da XV inci yüzyıla kadar çeşitli kaideleri değiştirerek, bugünkü kuralları ortaya koymuşlardır. Yaklaşık 500 seneden beri de aynı kurallarla oynandığı bilinmektedir.
Tarihçesini kısaca gördükten sonra oyunun elamanlarını, muharebede kullanılan unsurlarla basit olarak karşılaştırmasını yapalım.
PİYONLAR: Yaya piyadenin tam anlamıyla kendisidir. Hareket kabiliyeti sınırlıdır. Oyunun başından sonuna kadar, gerideki elemanlar için “emniyet kuvvetleri” görevini ifa ederler. İleriye yaptıkları hamlelerle, gerideki taşlar için manevra alanı sağlarlar. Özellikle başlangıçta iyi kullanıldıkları taktirde merkezdeki dört karede (kritik arazi), üstünlük sağlayabilirler. Böylece inisiyatifin ele geçirilmesini kolaylaştırırlar. Saldırıya uğrayan Şahın veya Ağır taşların (kale, vezir) önüne geçerek, engelleme gibi istihkamcılık görevlerini de yapabilirler. Ezici üstünlük, piyonların iyi kullanılmasına bağlıdır. Aynı sütunda olduklarında, birbirini koruyamadıklarından her iki piyon da hassas durumda sayılır.
ATLAR: Önündeki taşların üzerinden aşıp, sütre gerisindeki taşlara veya bölgelere, taarruz edebilirler. Bu özellikleri nedeniyle görmeyerek ateş eden topçuyu ve bazen de Hava indirme/uçarbirlikleri çok mükemmel olarak temsil ederler. Şaşırtma ve baskın sağlarlar. Çatallar yaparak aynı anda bir çok birliği ateş altına alabilirler. Atlar hafif taşlardır. İki at birbirini koruyabilir. Sadece Şahla kaldığında (Bir at ve Şah) ikisinin mat yapması çok güçtür. Ancak rakibin hata yapması gerekir.
FİLLER: Genelde motorlu veya mekanize P. Birliklerini temsil ederler. Kesin sonucun veya inisiyatifin ele geçirilmesinde yardımcıdırlar. Bazen görerek ateş eden uzun menzilli topçuyu ihtiva ederler. Bu suretle diyagonal olarak sürekli ve zamanında ateş desteği sağlarlar. Bazen yaptıkları açmazlarla, harikulade pusular tertip ederler. Hafif taşlar olarak nitelendirilirler. Merkezden veya köşeden diğer köşelere doğru uzun ateş ve hareket sahasına sahiptir. (FİANCHETTO) Bir Şah bir Fil mat yapmaz.
KALELER: Kesin sonuç zaman ve yerinde, ağır darbenin indirilmesine imkan veren, hareket kabiliyeti yüksek, sürat ve dtarbe tesirine sahip Tank birlikleri ve aynı değerdedir. Elastikiyet sağlarlar. Eğer yeterli şekilde taviye edilip (Atlar-Filler) görev kuvvetleri şeklinde teşkil edildiklerinde etkileri daha da artar. Geniş bölgelere dağılıp, kısa sürede toplanabilirler. Ayrıca tehdit ettikleri sütunlarda, görerek uzun menzilli, ateş desteği sağlarlar. Aynı sütundaki iki kale, müthiş bir birliktir. Ağır taşlardır. Bir kale, bir şah mat yapabilir. Ancak yeni başlayanlar, böyle bir durumda pat kalabilirler.
VEZİR: Genelde Nükleer silahları, Roket ve Füze birliklerini, Taktik hava kuvvetlerini ve kesin sonucu sağlayacak “Stratejik ihtiyatları” temsil eder. Uygun kullanıldığında büyük bir baskı aracıdır. Ağır taş olarak nitelendirilen Vezir; 16 taş içinde her yöne karşı en uzun ateş ve manevra imkanı sağlayan en önemli elemandır. Şahla beraber “kesin mat” sağlar.
ŞAH: Azim ve iradedir, Komutandır, sancaktır, moral gibi bütün manevi değerlerdir. Muharebe hizmet desteğidir. Disiplindir, eğitimdir. İrtibatlardır, koordinasyondur… Kısacası o giderse her şey biter. Onun ayrıca en büyük özelliği; gerektiğinde kanının son damlasına kadar savaşarak, muharebenin gidişatına etki eder. Tek başına kesin sonucu elde edemez. Ancak elemanlarıyla, savaşlar kazanır, üstünlük sağlar.
Satranç – Harp Prensipleri İlişkisi Harp prensiplerini tatbik eden komutanlar, daima etmeyenlerden başarılı olmuşlardır. Ancak, bu prensiplerin uygulama dereceleri duruma göre değişir. Satrançta durum aynıdır. Buna göre:
Hedef prensibi: Satrançta aynen harpteki gibi uygulanır. Talimnamelerimizde en son askeri hedef; düşman silahlı kuvvetlerini ve onun savaşma azmini yok etmektir. Her askeri harekatın hedefi de; SON HEDEF’in elde edilmesine yardım etmektir. Bütün satranç elemanları da; Şahı mat etmeye veya rakibin oyunu terk etmesine neden olacak üstünlüklerin ele geçirilmesine yöneltilir. Satrançta oynayan kişinin hedefi, karşısındaki kişiye kendi isteğini, zorla kabul ettirmektir (Buradaki zor terimi; beynin ve taşların gücünü ifade eder). Teknik terim olarak “Kombinezonlarla”, rakibe istediklerimizi zorla kabul ettirebiliriz. Taarruz prensibi: Bu prensibi uygulamak bize oyunda; inisiyatifi elde bulundurmamızı, muharebenin cereyanına yön vermemizi, kendi istediğimizi düşmana zorla kabul ettirmemizi, beklenmedik gelişmeleri karşılamamızı sağlar.
Oyunda geçici süreler için savunma yapsak bile mutlaka taarruzu düşünürüz. Talimnamelerimizdeki gibi, buradaki savunma daha sonraki taarruz için, uygun koşulları sağlamak, zaman kazanmak için yapılır. Satrançta da taarruz, “emniyet” sağlar.
Sıklet merkezi prensibi: Kesin sonuç yerinde ve zamanında üstün muharebe gücünün toplanması, en bilinen harp prensiplerinden biridir. Satrançta da; kesin sonucu elde edeceğimiz bölgede, ne kadar çok birlik (Ağır ve hafif taşları) bulundurursak o kadar iyidir (Örnek olarak, Rakibin bir piyonuna taarruz etmezden önce, diğer taşlarla bu piyon üzerinde mutlaka üstünlük sağlamalı, en azından rakipten daha çok taşla bu piyon tehdit edilmelidir).
Kuvvet tasarrufu prensibi: Satranç tahtası (muharebe alanı) üzerinde kesin sonucu elde edeceğimiz yerde, fazla kuvvet toplayabilmek için, tali bölgelerde daha az kuvvet ayırmak zorunluluğu vardır. Örneğin; taarruz ederken Rok kanadındaki, atı ve Fili Şahın emniyetinden alıp, taarruza iştirak ettirebiliriz.
Manevra prensibi: Mevcut taşlarla sabit bir yerde kalmak yerine; kombinezonlar, varyasyonlar yapmak suretiyle kalıplaşmış oyunlardan kaçınmayı öngörür. Standart olmayan oyunlar yapmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabilir. Pozisyonel (sıkışık) oyunlarda manevra prensibinin sağlanması, küçük üstünlüklerin birleştirilmesi soncu olabilir. Vezirler, Kaleler, Filler, Atlar manevra kabiliyetini arttıran elemanlardır.
Emir-Komuta Birliği: Şah veya oynayan kişinin bu prensibi uyguladığı kabul edilir. Başlangıçtan oyun sonuna kadar; her iki taraf içinde olumlu ve eşit olarak kabul edilir. Acemilerin oyununa karışıldığında acemi oynayamaz. Yardıma rağmen mağlup olabilir (Kural dışı).
Emniyet prensibi: Satrançta başlangıçtaki tertibattan itibaren bunu piyonlar sağlar. Piyonlar; MİKH, İleri Mevzi Hattı, Örtme Kuvveti Hattını temsil ederler. Şahin emniyeti için yapılan uzun ve kısa roklar, zaruri emniyet hareketleridir. Rok yapmak çok tehlikelidir. Ancak talimnamelerde olduğu gibi Satrançta da Emniyet prensibi, riske girmemeyi ve risklerden kaçınmayı gerektirmez. Kurnaz risklerle muharebelerin kazınıldığı gibi, oyunlarda kazınılabilir. Taarruzla inisiyatifi ele geçiren taraf; rakibin müdahalelerine imkan bırakmayacağından, kendi emniyetini de sağlamış olur.
Baskın prensibi: Rakibin beklemediği yer ve zamanda, beklemediği kuvvetlerle ona darbe indirmektir. Bunun içinde ağır ve hafif taşların yığınağı, aldatıcı bir tarzda yapılması son derece önemlidir. Baskın uzun menzilli taşlarla, daha kolay sağlanabilir.
Taktik örtü aldatma Harp prensibi olarak düşünülmesi tartışmalıysa da, satranç sözlüğünde “TUZAK” olarak karşımıza çıkar. Tuzak, teknik bir terim olarak; taraflardan birinin sakıncalı gibi görünen bir hamlesiyle rakibini görünürde kuvvetli sanılan bir hamle yapmaya yönelttikten sonra bir “kombinezon” veya mümkün olursa “Mat Ağı” düzenlemesine, denir. Rakibin isteğini yapan taraf hakkında da “Tuzağa düştü” (Aldatıldı) tabiri kullanılır.
İşte görüldüğü gibi Harp prensipleriyle-Satranç prensipleri hemen hemen aynı şeylerdir. Daha doğrusu satrançta da harp prensiplerinin uygulaması vardır.
Bir diğer konu ise; Pat yada Berabere kalmaktır. Beraberlik, her iki tarafında yenişememesidir. Normal harplerde buna rastlanabilir. Bu terim adeta iki tarafın da birbirine üstünlük sağlayamaması nedeniyle ilan edilen “Ateş kes” antlaşması niteliğindedir. Bir parti içinde birkaç oyun pat olabilir. Ancak gene de sonuçta, partiler çoğunlukla pat bitmez.
Satranç Partisi; 1 oyunluk olabildiği gibi, 1972’de FISCHER ve SPASSKY arasındaki gibi 24 oyunlukta olabilir. Bunu muharebe ve harp olarak birbirine benzetebiliriz. Bir harpte; bazı muharebeler (oyunlar) kaybedilebilir. Ancak; kaybedilse de Harp (parti) kazanılmalıdır. Kim daha çok muharebe (oyun) kazanırsa, Harbi de (Partiyi) genellikle o kazanır.
Satranç Ve Strateji Satrançta strateji; bir oyunun ana planıdır. Stratejinin uygulamadaki küçük parçalarına ise “taktik” adı verilir. Oynayanlar başlangıçtan itibaren iki hareket tarzı seçebilirler:
1. Stratejik Taarruz, 2. Stratejik Savunma.
Buna rağmen, bazı oyuncular kararsızlığa düşebilir, veya rakibin oyunlarına göre bir strateji saptamak isteyebilir. Her halükarda da, yukarıdaki 2 faktörden birini seçmesi gerekir. Seçmekte gecikirse, kararsız kalırsa oyunu kaybeder. Satrancın kararsızlığa hiç affı yoktur. Özellikle zamanlı oyunlarda, gecikilirse oyun kaybedilmiş olur.
Ancak bazen bir oyuncu, elde ettiği bir durum nedeniyle hiçbir hamle yapmayı arzulamayabilir. Teknik terim olarak buna ZUGZWANG denir. Fakat oyunun kuralları, muharebenin kuralları gibi acımasızdır. Bu yüzden ZUNGZWANG’daki oyuncu, kendi durumunu bozacak bir hamleyi, zorunlu olarak yapmak mecburiyetinde kalır.
Oyunda Harp veya Muharebe gibi safhalardan meydana gelir. Bunlar: 1.Yığınaklanma ve temasın sağlanmasını ihtiva eden AÇILIŞ safhası, 2.Temastan sonraki varyasyonları, kombinezonları ihtiva eden ARA OYUN safhası 3.Taşların çoğunun imha olduktan sonraki ve Şahın saklanmayı bırakarak, savaşa bizzat katıldığı SON OYUN safhasıdır.
Stratejik Taarruz Biz, kesin sonucun taarruzla alınacağını biliyoruz. Aynen satranç içinde bu geçerlidir.. Rakibin savaşma azim ve iradesinin kırılması suretiyle oyunu terk ettirmek veya onu mat ederek silahlı kuvvetlerini kati şekilde mağlup etmek ana amaçtır. Rakip tarafa, kendi istediklerimiz zorla (Beyin gücümüz – Taşlar) kabul ettiririz.
Taarruzda inisiyatif en önemli husustur. Satrançta taarruz etmek inisiyatifin ele geçirilmesini sağlar. Ayrıca inisiyatif; Rakibin hatalarından, zayıf taraflarından faydalanarak, ummadığı yerden taarruz ederek, eldeki hafif ağır taşların, piyonları atılgan olarak ve cesaretle kullanılmasıyla kazanılır. Ayrıca inisiyatif; küçük küçük taarruzların birikmesiyle, ezici bir üstünlüğün sağlanmasına da yardımcı olur. Satrançta inisiyatif bir sefer ele geçirildi mi bir daha geri vermemek için azami gayret sarfedebilir. Buna göre Taarruzda manevra şekilleri olarak:
1. Kuşatma: Genelde tek taraflı kuşatma tercih edilir. Ancak oyunun ileriki safhalarında kalelerle, Vezirle çift taraflı kuşatmalar da, durumun imkan verdiği ölçüde yapılabilir. Talimnamelerimizdeki gibi, elde edilecek başarı, kuşatmanın “Baskın” tarzında yapılmasına bağlıdır. Kuşatmayı yapacak kuvvetler; At ve Fillerle takviyeli KALELER ve VEZİR gibi hareket kabiliyetine sahip taşlardır. Tali taarruzları ise; piyonlar ve hafif taşlar, icra ederler. Kuşatmanın başarısı, piyonlarla (vs) yapılacak tali taarruzun, cephedeki düşmanı tespit edebilme kabiliyetine bağlıdır.
Kuşatmaya karar verildiğinde, rakibin tertibatındaki kuvvetli kesimlerine çatmaktan kaçınılır. Onun ağır taşlarının gerisine düştükten sonra, ağır taşlarla onun yanına ve gerisine darbeler vurulur. Böylece Şah bulunduğu mevzilerde imha edilmiş olur. Burada Şahı cepheden yapılacak taarruzlarla, bizim istediğimiz bir bölgeye çekilmek zorunda bırakarak, o bölgedeki ağır ve hafif taşlarla imha da edebiliriz (ÇEVİRME).
Ayrıca Atlarla, uçarbirlik harekatı icra ederek, onun gerisindeki hayati öneme haiz bölgeler ele geçirilebilir, gerideki rakip taşlara taarruz edilebilir. Böylece düşey kuşatma yapılmış olur. Oyun süresince “kuşatmaya müsait yan” aranması, bu manevra için son derece gereklidir. Bir yarmayı müteakipte yapılabilir.
2. Yarma: Arazide (satranç tahtası), rakibin taşlarının tertibatı, kuşatmaya imkan vermiyorsa, başvurulacak bir manevra şeklidir. Özellikle rakibin taşların dizilişinde, açılışından sonraki savunmasında, zayıf noktalar ortaya çıkarılmışsa, elde yeterli ağır ve hafif taş varsa ve yarma bölgesinde kullanılabilecekse, satrançta da yarma yapılabilir. Yarmanın piyonlar ve hafif taşlarla başlatılması genelde alışılmış bir yöntemdir. Rakibin özellikle piyonlarını imha ederek veya onun bir piyonuyla bizim verdiğimiz bir taşı yemesi (GAMBİT) suretiyle, onun savunmasında, “gedik açmak” yarmadaki piyonlarımızın en önemli görevidir. İşte elde edilen bu gedikten, sütun boyunca başarıdan faydalanma için, hafif taşlarla takviyeli “Ağır taş görev kuvvetleri”, rakibin derinliklerindeki hayati öneme haiz karelere yöneltilirler. Böylece rakibin savunmasının sürekliliği ortadan kaldırılmış olur. Başarıdan faydalanma kuvvetleri gedikten geçtikten sonra, rakibin ihtiyatlarına (Vezir-Kale-At-Fil) veya Şahına şiddetle taarruz ederler. Yarma genellikle satranç tahtasının merkezinden veya merkezine yakın bölgelerden yapılır. Kuşkusuz oyunun ileriki safhalarında rakip, rok yaparak, bir köşede yeni bir savunma tesis edebilir. O zaman yarma için, bu yeni savunmanın zafiyetleri aranır.
Yarma gediğinden giren kuvvetler, gediği ne kadar genişletirlerse, başarıdan faydalanacak ağır taşların harekatı o kadar kolay olur. Bazen gedik, rakip tarafından kapatılabilir. Böylece ağır taşlar, karşı tarafın savunma hattının gerisinde kalabilir. Bu taktirde en az zarara razı olup, durum daha da kötüleşmeden takas etmek en doğru yol olabilir. (Kaçmak mümkün olmuyorsa) onun için, bu tür manevralar yapılmadan önce çok iyi bir hesap ve planlama yapılmalı, rakibin yapabileceği hamleler (DİK) çok iyi tahlil edilmelidir. Aynı husus kuşatma için de geçerlidir.
3. Cephe taarruzu: Ezici bir üstünlükle oyuna başlayamadığımız veya oyuna eşit kuvvetlerle, aynı şartlarda başladığı için bu manevrayı tatbik imkanı, ancak oyunun ortalarından itibaren uygulanabilir. Tali taarruzlarla da, tespit kuvvetleri tarafından cephe taarruzu yapılabilir. Satrançta da, muharebedeki gibi uygulaması zordur. En az tercih edilir.
Stratejik Savunma Talimnamelerimizdeki; Bilahare taarruza geçmek için lüzumlu vasıta ve elemanları toplamak maksadıyla, Şahın ve hayati öneme haiz bölgelerin (Ağır taşların bulunduğu bölgelerin) korunması için alınan savunma tedbirleridir. NİMZO-HİNT savunması, Sicilya savunması, PILLSBURY savunması, NIEMZOVİÇ savunması, BİRD Başlangıcı, savunmaya güzel örneklerdir. Savunmada rakibin yapacağı hatalar ve istismar edilecek zayıf tarafların ortaya çıkması beklenir.
Satranç Ve Planlama Başlangıç için rakibi bilmek, onun oyun şeklini, açılışını, taktiklerini öğrenmek önemli bir konudur (Örnek: Her zaman Ruy LOPEZ açılır, pasiftir, inatçı değildir, taarruzlardan morali çabuk bozulur, atlardan korkar, değişmekten korkar, vs.). Bunları bildikten sonra onun hamlelerine uygun olarak açılışlar planlanır veya bizim istediğimiz şekilde rakip tepki göstermeye zorlanır. Ancak rakip her zaman aynı taktik ve teknikleri kullanmayabilir. Baskına uğramamak için, her şeye hazır olmak gerekir. Özellikle rakibimizle ilk maçımız olabilir. Hakkında da hiçbir bilgiye sahip olmayabiliriz. Oyun kurarken veya müteakip safhalarda zihnen yapacağımız planlarda daima bu hususu göz önünde bulundurmak gerekir. İyi bir oyuncu sürekli olarak, müteakip harekatı düşünür, birkaç hamle sonrasını planlar.
İcra Tıpkı muharebedeki gibi hem inisiyatifi kaptırmamak, ham de rakibin taktiklerini öğrenmek için oyunun başlamasıyla birlikte gayret sarfederiz. Ancak bunlar “boş hamle” (ad Libitum) olmamalıdır (Örnek: Veziri ileriye götürdük, rakip öyle bir hamle yaptı ki vezirimizi gene eski yerine çektik). İşte böyle bir durumda rakip bir hamle kazanmış olur. Bu tür boş hamleler, inisiyatifin kaybedilmesine neden olabilir. Piyonlarla, rakibin ileri elemanlarına taarruz edip onun taktiklerini ortaya çıkarmak veya üstünlüğü “yem vermek” suretiyle sağlamak isteyebiliriz. Muharebede cebri keşif dediğimiz bu husus satrançta “GAMBİT” olarak ortaya çıkar. Taarruzla 1 piyon verip, üstünlüğü ele geçirmek (Gambit) alışılmış oyunlardandır.
Aynı şekilde savunma yaparken de, rakibin taarruz hazırlıklarını bozucu taarruzları; piyon-fil-at, hatta bazen kalelerle yapabiliriz. Bu husus için görev kuvvetlerinin teşkil edilip kullanılması çok önemlidir.
Görev kuvvetlerinin teşkili; görüldüğü gibi yeni bir olay olmayıp, satrancın ortaya çıktığı IX uncu yüzyıldan beri bilinen bir usuldür. Fillerle takviyeli kaleler, piyonlar ile takviyeli fil, kendi değerlerinden çok daha güçlü bir kuvvetin ortaya çıkmasına neden olur. Satrançta neyi uygularsak uygulayalım, muharebedeki gibi “karşılıklı destek” en gerekli tedbirlerden biridir. Mümkün olduğu kadar, birbirini koruyan taş sistemi kurmaya gayret edilmelidir. Bu hem gücün artmasına, hem de emniyetin kuvvetlenmesine yardım eder (Örnek: Kalelerin birbirlerini desteklemesi, piyonun fili desteklemesi dolayısıyla, filin piyonu desteklemesi).
Savunmada Piyonlar; hem emniyet kuvvetlerini, hem de 1 inci hat birliklerini bölgesini temsil ederler. Uygulanacak savunma genelde “Aktif” olmak mecburiyetindedir. Piyonlar taarruzi olarak ilerler, açılıp mümkün olduğu kadar fazla ateş sahası elde etmeye çalışırlar. Böylece ileriden savunma sağlanmış olur. Ancak piyonlarla gerideki taşlar arasında, mutlaka karşılıklı destek olması gerekir. Aksi taktirde parça parça mağlubiyetler olur. Emniyet kuvvetlerinin AMS.ndaki birliklerin ve ihtiyatların kullanılmasını ihtiva eden savunma doktrini, aynen satrançta da geçerlidir. Savunma sırasında, taarruz için fırsatlar kollanır, gereken hazırlıklar yapıldıktan sonra da, genel karşı taarruza geçilir.
Genelde, satrançta oyun şu şekilde gelişir: Taraflar merkezde (Geometrik merkezdeki 4 karede) üstünlük sağlamak amacıyla ileri harekete geçip, açılış yaparlar. Her iki tarafta karşı tarafın piyon (piyadelerinin) düzenini bozmaya çalışır. Merkezde inisiyatifi ele geçiren taraf üstünlüğü sağlamış olur. Bu üstünlük için bazen piyon bile feda edildiği olur (GAMBİT). Sonunda, bir taraf diğerini savunmaya mecbur eder. Şahın rok yapmasına (Emniyet tesisine) İMKAN VERMEDEN İMHASINI SAĞLAMAK MAKSADIYLA, Şahın bulunduğu tarafa doğru amansız bir taarruza girişilir. Karşı tarafta bunu bildiği için, savunmasının emniyetle devamlılığını sağlamak maksadıyla, rok yaparak Şahı daha emniyetli arazi kesimlerine (köşelere) kaçırmak isteyecektir. Diğer tarafta, bu Roku önlemek için açmazlar, çatallar yapmak gibi, her türlü gayrete baş vuracaktır.
Satrançta İhtiyat Taarruzda beklenmedik durumları karşılamak, başarıyı genişletmek, taarruzları takviye etmek maksadıyla kullanılan atlarla, fillerle takviyeli kaleler veya vezirden meydana gelir. Savunmada ise; AMH.’nda meydana gelen girmeleri bertaraf etmek ve giren kaleleri, filleri, atları, veziri imha etmek maksadıyla; karşı taarruzları yapmak için kullanılırlar. Savunmada ihtiyat, ayrıca emniyet sağlar. Oyuna daima beyaz başlar, dolayısıyla beyaz her zaman 1 hamle üstünlükle muharebeye girer, inisiyatifte beyazdadır. Ne var ki sonradan yapacağı hatalarla, bu avantajı kaybedebilir. Oyuncuya üstünlüğü kaybettiren bir hamleden; “Tempo kaçırmak” olarak söz edilir. Bu tempo birden arttığı gibi, küçük küçük üstünlüklerle de artabilir. Ustaların oyununda, genellikle tempo ağır ağır artar.
Satranç – Kısa Durum Muhakemesi (Vdam) Satranç başlangıçta da belirttiğim gibi, sürekli muhakeme ister. Karşılaşılan her durum için, kısa bir durum muhakemesi yapılır ve hangi hamle yapılacaksa ona karar verilir. 1. Vazife: Rakibin savaşma azim ve iradesini yok etmek ve Şahı mat etmektir. Durum içinde bu vazifeyi yerine getirecek görevler kendiliğinden çıkarılabilir (İnisiyatifi ele geçirmek v.s.). 2. Düşman: Genel olarak şu imkan ve kabiliyetlere sahiptir: a. Rakip uygun açılış yapıp, merkez karelerde üstünlük sağlayabilir. b. Bu üstünlüğü Filleriyle, Atlarıyla, Kaleleriyle, Veziriyle takviye edebilir. Rok yapmamızı engelleyebilir. c. Buna paralel olarak cephedeki harekatının temposunu arttırarak, küçük taarruzlarla inisiyatifi ele geçirebilir. Bu hususlar sağlandıktan sonra rakip, gelişmelere paralel olarak şunları yapabilir: a. Bazı cephelerden çektiği ağır ve hafif taşlarıyla bir bölgede sıklet merkezi tesis edip, savunma cephemizde yarma ve kuşatmalar yapabilir. b. Bu harekatını müteakip ağır taşlarıyla başarısını geliştirebilir. c. Stratejik ihtiyatlarımızı (Vezir, kaleler v.s.) imha edebilir, hareketsiz bırakabilir. d. Mat Ağını kurabilir, Şahı Mat edebilir. 3. Arazi: Satranç tahtası, küçücük 64 kareden ibaret olmasına rağmen, talimnamelerdeki GÖKEY kurallarını aynen ihtiva eden çok büyük ve geniş muharebe sahasıdır. a. Gözetleme ve ateş sahaları: Taşın cinsine ve satranç tahtasının çeşitli bölgelerine göre bu sahaların etkinliği değişmektedir (Örnek olarak bir piyonun ateş sahası; düşman olduğu taktirde bir kare ileri sağa veya bir kare ileri soladır. Kısa kendi çevresindeki birer karede, gözetleme ve ateş sahası elde edebilir. Oysa Vezir; önünde taş olmadığı müddetçe, diyagonal veya sütunlar boyunca, satranç tahtasının hudutlarına kadar çok daha uzun gözetleme ve ateş sahası sağlar.). Ayrıca Satranç tahtasının üzerindeki çeşitli karelerin çeşitli gözetleme ve ateş sahaları vardır (Örnek: Tam merkezdeki bir vezir dört bir köşeye diyagonal, artı şeklinde 4 kenarın ortasına sütunlar boyunca, 8 ayrı istikamette, gözetleme ve ateş sahası sağlayabilir. Oysa aynı vezir köşelerden birindeki kare üzerinde olduğu zaman sadece bir diyagonal, ikide sütun boyunca olmak üzere, üç istikamette gözetleme ve ateş sahası sağlar.). Satranç tahtasının kenarları, dışardan bir tehlike gelmeyeceğine göre emniyet sağlar, ancak ateş ve manevrayı kısıtlar. b. Örtü ve gizleme: Bütün taşlar Şah için, birbirleri için örtü sağlarlar (Örnek: Piyonlar gerisindeki bütün taşlar için, rakibin görerek ateş eden bütün silahlarına karşı örtü sağlar. Ancak At gibi görmeyerek ateş eden silahlar bu örtünün üzerinden aşıp hedeflerini imha edebilirler). Satrançta, somut bir gizleme, oynayan şahıs herşeyi gördüğünden ve taşların gözleri olmadığından yapılamamaktadır. c. Kritik arazi: Oyunun başlangıcında merkezdeki 4 karedir. Ele geçiren taraf, üstünlüğü sağlamış olur. Müteakiben muharebedeki gibi, uygulamanın harekatın tipine, vazifeye göre değişir (Örnek: rakip şahıs bulunduğu kare ve civarı kritiktir veya rakip ağır taşların bulunduğu kesimler kritik arazilerdir). d. Engeller: Bazen taarruz edene karşı piyonlarla hamleler yaparak (öne alarak v.s.) engeller yapılabilir. Ayrıca gerektiğinde Şahın ve ağır taşların önüne çekilen hafif taşlarla, engelleme yapılabilir. Satranç tahtasının dışı geçilmesi mümkün olmayan engeller olarak düşünüldüğünde; rakibi özellikle köşelere, kenarlara sıkıştırmak suretiyle imha etmek, en doğru yollardan biridir. e. Yaklaşma istikametleri: Oyunun gidişatına göre, bazen sütunlar boyunca, bazen de diyagonal olabilir. Kenarlardaki sütunlar (yaklaşma istikametleri) yan emniyeti sağlarlar. 4. Mevcut kuvvetler: Uygulayacağımız manevralara göre değişmekle beraber, başlangıçta, 16 adet yalnız başına hareket eden birlik vardır. Bunların nitelikleri, imkan kabiliyetleri aynı cins taşlarda aynı, farklı taşlarda ise farklıdır (Örnek: İki piyon aynı özellikleri taşır, bir piyon ve fil ise farklı özellikler taşır).
Sonuç Buraya kadar belirtilenlerden sanki “iyi satranç bilen, iyi komutandır” gibi bir iddia ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz böyle olamaz. Eğer böyle olsa, Fisher’in (ABD), Spassky (SSCB)’nin Petrossian’ın, Ruy Lopez’in meydan muharebeleri kazanmış komutanlar olmaları gerekir.
Satranç, bütün bir eğitim sistemindeki yardımcılardan biri olarak düşünülmelidir. Bir tamamlayıcıdır, ancak gereklidir. Bir asker için, okumak gibi gereklidir. Başlangıçta da belirtildiği gibi usta veya büyük usta olmak değildir amacımız. Ama harp prensiplerinin, taktik ve stratejik usul ve kaidelerin tatbiki için en kolay ve en ekonomik yolu olan satrancı öğrenmektir amacımız. Harp en güzel “yaparak” öğrenilir. Ancak şu anda barışta olduğumuza göre, en azından talimnamelerdekini alışkanlık haline getirmek için, en iyi pratiklerden biridir satranç.
Askerliğin yanısıra sivil hayattaki uygulamalarda da vardır satranç. Üniversite imtihanlarına hazırlanan öğrencinin çalışacağı konuda sıklet merkezi yapmasıyla, Kaleleri Filler bir bölgede toplayarak, o bölgede daha sonra yapılacak bir taarruz için sıklet merkezi tesis etmek arasında hiçbir fark yoktur.
Kısacası; askeri okullara, kışlalara, hatta sivil okullara satranç daha fazla girmelidir. Müsabakalarla teşvik edilmeli, dergilerde satranç köşeleri açılmalıdır.
Bilenlere düşen görev ise öğretmektir. Bütün arkadaşlarımıza, kardeşlerimize, çocuklarımıza satrancı öğretilim. Satranca sahip çıkalım.
DİKKAT: Bu yazı Kara Kuvvetleri Dergisinin, 73. sayısındaki (Temmuz 1984) yazıdan alınmıştır. Satrancın aslında daha neleri ifade ettiğini satranç severlerle paylaşmak istediğimden yazarın kendisinden izin alınarak buraya koydum. Bu yazının bütün hakları, yazının sahibi P.Yzb. Cihangir AKŞİT’tir.